Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (149. Sayı)

FETİH, ORUÇ VE NECİP FAZIL
Üzeyir İlbak


I
Necip Fazıl Kısakürek, yıllar evvel muhayyile duvarına bir bildiri
yazar: “Bir gün Fatih dirilecektir! Evet, laf ve hayal âleminde
değil, doğrudan doğruya madde ve hakikat dünyasında Fatih
dirilecektir! (...) Kendi içinde olmuş bir cemiyetin dışarıya doğru
fetih hamlesini temsil eden Fatih, bu defa aynı cemiyetin hem
kendi içine hem de dışına doğru mefkûrevî fetih hareketinin timsali olacak;
bu da beş asırdır sandukasının içinde ders alan Fatih’in ulaştığı son
kemal haddini gösterecektir!/Bu millet ölmeyecekse, bu Fatih dirilecektir!”
29 Mayıs 1453 senesinde İstanbul surlarını yıkarak Konstantinopolis’e
giren ve Ayasofya’da şükür secdesi yapan Fatih’in torunları 567
yıl sonra Ayasofya’da yeniden secde ettiklerinde Fatih, sandukasından
ayağa kalktı ve şehir yeniden İstanbul oldu. 29 Mayıs 2021 yılında fethin
anlam dünyasına yeni bir heyecan ve duyuşla baktığımızda madde
planında yeniden fethe konu olan Ayasofya’nın yüklendiği anlam ve
muhtevanın şuurunda mıyız hâlâ?
Oruç ayının ilk haftasında Ayasofya’daydım. Müezzin mahfilinin
altına oturup 1979 yılında gazeteleri seccade yapıp namaz kılışımızı
hatırladım. Polis eliyle “müzeden” çıkarılışımızı ve sloganları.
Ayasofya açık! İnsanlar turist gibi geziyor, Ayasofya’da. Gruplar özçekim
(selfi) yapıp çıkıyorlar. Mescit ziyaretlerinde kılınan namaza
itibar edeni görmedim. Bir saat kadar tarihe, Fatih’e, fetih ve oruca
dair düşündükten sonra Gülhane tarafındaki kapıdan çıktım. Ülkesinin
mescidinde turist olan bir neslin idrak noktasındaki kara delik
şuur parıltılarını yitirmiş gibi.
II.
25 Mayıs 1983. Necip Fazıl yeryüzü nöbetini tamamladı. 1979
yılında ilk kez ziyaret ettiğim ve 1980’de İstanbul’a öğrenci olarak
geldikten sonra zaman zaman evine gittiğim Üstad, dünya
nöbetini bitirdi. Fatih Camii’ndeki mahşerî kalabalık içinde olmanın
anlamını bugünün genç nesline anlatmak imkânsız gibi.
“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;/Alıp beni götürsün,
tam dört inanmış adam” vasiyeti gereği cenazeyi, cenaze
arabasına koymadan Eyüp Mezarlığı’na doğru yürüyüşe geçildi.
Birlikte yürüdüğüm grup Edirnekapı’ya ulaştığında kalabalık
belki de hâlâ Fatih’teydi. Üstad’ın "kalemime ciğerimden kan
çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm
bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye
mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım" dediği
gençlik ona minnetini göstermek ve son görevini yapmak üzere
tabutu sırtlamış ve yola koyulmuştu tekbir sedalarıyla. 1930’lu
yıllarda Allah demenin yasak olduğu zamanlarda “Allah’sız Dünya”
ya seslenen, yüreği ve kulağı ezana âşina bir neslin yetişmesi
için uğraşan Üstad, emek verdiği neslin omuzlarında “Tahtadan
yapılmış bir uzun kutu;/Baş tarafı geniş, ayak ucu dar./
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,/Yarın kendileri dolduracaklar”
diye tarif ettiği tahta bavulda son yolculuğunu yapıyordu.
Eyüp Mezarlığı’ndan ayrılırken hava kararmak üzereydi.
Otuz sekiz yıl olmuş.
III.
Necip Fazıl’la ilgili biraz farklı bir dosya yapmak istedik.
Övgü ile yergi levhalarını yıkarak anlamaya çalıştık. Necip Fazıl
yazıları, ileride Necip Fazıl çalışacak arkadaşlara yeni bir ufuk
açacaktır. Kapak çalışmasının özgün olması için Hakan Hadi
Kadıoğlu’ndan destek aldık. Sabırla önerilerimizi dikkate alıp
uyguladığı için müteşekkiriz.
Edebiyat, kültür, sanat ve medeniyette iddia sahipleri
yaslandıkları-beslendikleri abidevî isimlerle geçmişten bugüne
ve geleceğe kavi yolculuklarını sürdürürler. İdrak sahipleri hudayinabit
olamazlar. Reddi miras ederek gelecek inşası mümkün
değildir.
Bizim nesil Sebilürreşad, Ağaç-Büyükdoğu, Diriliş, Edebiyat,
Mavera, Aylık Dergi ve Yönelişler’in aydınlattığı ve açtığı
yoldan yürüdü. Bu dergilerin kavramlaştırdığı kelimelerden beslendi
ve günün gerektirdiği oranda imkânları sonuna kadar kullanarak
bu yolu biraz daha açmaya çabaladı. Yedi İklim, Hece,
Ay Vakti, Bir Nokta ile Dil ve Edebiyat bu yolculuğun izini sürdürmektedir..
IV.
ABD Kızılderililerine yapılan soykırımın kutlanması ve soykırımın
yüceltilmesi için Şükran Günü kutlamalarını hayatlarının
bir parçası hâline getiren emperyalist aklın her yıl 12 Ekim’i Kolomb
Günü olarak kutlaması da 1492 yılında Amerika kıtasında
Kızılderililere yönelik başlayan soykırım, kölelik, tecavüz ve yağma
mirasının kutlanmasıdır. Bugün ABD nüfusunun beşte birini teşkil
eden Afro Amerikalıların Sahra altı Afrika’dan zorla götürülen
ve köleleştirilen, hatta insan kabul edilmeyen insanlar olduklarını
hatırlatma vaktidir. Kardeşim Malkolm X'i ve insanlarının insanlıkları
ve özgürlüğü için mücadele eden "Bir gün, dört çocuğumun da
derilerinin rengi ile değil de kişilikleri ile yargılanacağı bir ülkede
yaşayacaklarına dair bir hayalim var" diyen Martin Luther King’i
katleden beyaz zalimi kim unuttu? “En iyi Kızılderili, ölü Kızılderilidir”
diyen Amerikalı hangi insan sınıfındandır?
Bin yıl aynı coğrafyayı, aynı kaderi, aynı iklimi ve aynı mahalleyi
paylaştığımız Ermenilerin aklını zehirleyerek XX. asır başlarında
yaşadıkları toprağa ihanete teşvik eden aklı, aklamak için
“soykırım” yalanına sığınanların; insanlığa Amerika kıtasında, Afrika’da,
Avusturalya’da, Ön Asya’da, Uzak Doğu’da, Hint Yarımadası’nda
ve Orta Doğu’da yaptıkları ve hâlâ devam eden zulümleri
üzerine düşünmeleri gerekmez mi?
***
Üstad’a rahmet ve dua.
Oruç ayı Kuran ayıdır. Kitabı anlama ve yaşama şuuruyla
tuttuğunuz orucunuzu tebrik ediyoruz. Ola ki tuttuğunuz oruç da
sımsıkı tutar sizi ve dosdoğru yol üzere kalırsınız. Bu şuurla idrak
edeceğimiz bayram kutlu ve uyarış olsun. Fikretmeye, idrak etmeye,
şuuru arındırmaya ve kıble arayışında sapkınlığa düşmemeye,
yeniden uyanışa ve dirilişe hazırlanan nesle selam olsun.