Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (174. Sayı)

TÜRKİYE İÇİN YENİDEN DÜŞÜNMEK 

Üzeyir İlbak


Türkiye siyasetten sanata, eğitimden kültüre, yargı
kalıplarından/önyargılardan düşünmenin sınırlarına,
şiddet ve algı inşasından barış ve birlikte
yaşama söylemine, "toplumsal cinsiyetten" cinsiyetin gerçekliğine,
etnik ve dinî kimliklerin sol-sağ anlayış üzerinden
gettolaştırılmasına ötekinin hakkını gözeten yeni bir
zeminde yeniden yeni bir dönemin inşası için biçimlendirilmelidir.
Bu meseleleri yerleşik kadim değerler çerçevesinde
çözemezsek bir algı körlüğüne düşmemiz ve algıdan bilme
üreten cehalet sığlığında kaybolmamız ihtimalimiz vardır.
Yaşadığımız ve tanık olduğumuz çağın ürettiği aydın profilleri,
ülkenin kronik meselelerini Makyevelist ve pragmatist
bir anlayışla; ahlakî bir tutarlılık endişesi taşımadan kaygan
ve güvensiz bir zeminde konuşmaya çalışıyorlar. Kendisinin,
ne, niçin ve nereye ait olduğuna bakmaksızın her birinin
değer ölçüsü ekonomik kazanç ve sosyal medya dedik-
leri gerçeklikten kopuk "arenadan" aldığı alkıştır. Söylediklerinin
doğruluğu ve gerçekliğinin bir anlamı yoktur. Bu tespit maalesef
Kürt sorunu, ulus devlet, ulusal devlet, ihtilalci, darbeci, statükocu,
millet, milliyet, kadına şiddet, çocuk istismarı, terörist, Ortadoğu,
faili meçhuller/meşhurlar konusunda yapılan analizlerde belirgin
bir biçimde kendini göstermektedir. Çözüm önerileri, mensubu
olunan gettolarla sınırlıdır ve ışık hızıyla anbean tartışılmakta ve
kapanmakta; meseleler çözümsüz kalmaya devam etmektedir. Ait
olduğu gettonun duygusal haz alanlarını uyararak alkış almayı ve
toplumun ötekisini üzmeyi kazanım olarak gören saniyelik sayıklamalar
yaşadığımız ülkenin değerler hiyerarşisini ve birlikte yaşama
imkânlarını zayıflatmaktadır. Kategorize etme, ötekileştirme,
bölgeselleştirme, etnik aidiyetleri merkeze koyarak yeniden
körüklenen milliyetçilik -etnik, bölgesel, dinî, dil eksenli- toplum
barışının ortak değerlerini ortadan kaldırmakta ve insanlığın geleceğine
zarar verecek boyutlara taşımaktadır. Birlikte yaşama
iklimini tahrip eden son büyük kırılma ve iç savaşa Balkanlar'da
tanıklık ettik. Çatışma etnik ve dinî parametreler üzerinden başladı
ve acısı Bosna, Hırvatistan, Sırbistan, Arnavutluk, Kosova ve
Makedonya'da hâlâ devam ediyor.
Toplum, dolaşıma sokulan ve çoğaltılan retoriğin çıktığı ağız sahibinin
kelimeye yüklediği anlama göre hareket ve tepki geliştirmemekte;
söyleyen ağız sahibinin ne anlattığından çok nereye ait olduğuna
bakmaya yoğunlaşmaktadır. Bu durum sözün anlamından
çok, kimin, kim için ve hangi amaçla sözü kime söylediğine göre
değerli veya değersiz kabul edilmesine sebep olmaktadır.
Sözüyle toplumu inşa etme iddiasındaki yazarlar, aydınlar, şairler
fikirde toplum için kayda değer bir marjinal fayda üretebiliyor
mu? Başta televizyon yorumcuları olmak üzere toplumu yönlendiren
ve bilgilendiren, tahrik ve teskin edenler ideolojik aidiyet ve
aygıtlarını hangi değer yargıları ile kullanıyorlar? Onların kararlarını
belirleyen şey ekonomi, patronaj ve iktidar ilişkileri midir?
Akademisyen ve aydınlar finans ilişkisi kurdukları güç odaklarına
ayarlı bir algı ile karşımıza çıkmaktalar ve dayattıkları aydın
despotluğu ile pragmatist-makyavelist ilişkiler ağını gizleyerek
ahlaksız, fakat yasal bir dünyanın inşasına öncülük etmekteler.
Aidiyet ilişkilerinin sistematik ve teorik tezleri, sağlıklı bir sistem
eleştirisi yapma yerine her birilerinin kişisel aidiyet odağını
öne çekme ve dayatma çabasına sebep oluyor. Karşıtlıklarımızı
törpüleyerek yumuşatma yerine törpüyü sivriltme, dayatma, ürkütme
amacıyla kullanıma sokuyor. Kimi çevreler oluşan liyakatsiz
oligarşik bürokrasiyi yüceltirken; kimileri de daha belirsiz bir
kaosu kurtarıcı fikri teze dönüştürmeye çalışmaktadır. Yurttaşların/
vatandaşların algı alanını medya aracılığıyla meşhur ettiği
fikirle meşruiyet alanı ararken ferdin makuliyet alanını tahrip
eden aydınlar, toplumun fikri konfor alanının bozulmasına ve diyalog
ortamının yok olmasına sebep olmaktalar. Bu durum ülkenin
faydasına değil.
Şehirliliğe ve geleneğe yabancı, zihni hormonlu kentsoylu aydın,
1930’lar Türkiye’sinin Çiçek Pasajı’ndaki tahta masa başında
üretilenlere denk birtakım düşünceleri bugünün sosyal
medyasını kullanarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Aydın,
artık sosyal medyanın baştan çıkarıcı dünyasında pusulası dağılmış
gönüllü harabatidir. İdeolojik dünyası ve sığındığı yankı
odasındaki ses dışında kalan seslere, kelimelere, söylemlere
tamamen kapanmış ve düşünme melekesini kaybetmiştir. Türkiye’nin
yeni asrının ilk çeyreğinde yapılan seçimde politikanın,
siyasi tercih sebebiyle ‘öteki’ye yabancılaşan ferdin, bir siyasi
görüşe mensup vatandaşın dünyasının hangi oranda çoraklaştığına
şahit olduk. Düşünmek, konuşmak ve müzakere etmek
üzere yeterli kelimeye sahip olmayan diplomalı okur-yazarın
hakaret, tahkir, tehdit ve muarızlarını cahillikle suçlayarak bir
sonuç almaya çalıştıklarına tanıklık ettik.
Türkiye’de yaşayanlar olarak “Yeni Türkiye Yüzyılı”nın başında
yeni bir paradigmanın inşası için düşünmeye başlamak sorumluluğundayız.
Yaşadığımız dünyanın cari vaktinin meselelerini,
ülkemiz menfaatlerini merkeze koyarak, insan onuruna yakışır
bir üslup ve tarzda müzakere etmek ve yeniden biçimlendirmek
mecburiyetindeyiz. Birbirimize yabanlaşarak, birbirimizi ötekileştirerek
ve birbirimize kayıtsız kalarak ülkemizi daha iyi yaşanır
bir ülke haline getiremeyiz.
Türkiye ve Türkiye’de yaşayanların her biri insanlık tarihi, inançlar,
etnisiteler, medeniyetler, insanın yeryüzündeki varlığından başlayarak
vahye muhatap olduğu vakte kadar ‘beşer ve mahluk’ olarak
yaşananları da zihin ambarının bir kenarında tutarak; ister liberal-
muhafazakâr, ister demokrat, ister sosyalist-komünist-Marksist,
ister putperest-deist; sağcı-solcu, laikçi-İslamcı, Alevi-Sünni,
milliyetçi-küreselci … olun. Bu tercihlere yaslanarak yaşanan ve
yaşatılan tüm değerler hiyerarşisini bir an için unutun ve düşünün.
İnsan, insanlık tarihinin hiçbir kesitinde masum ve masun değildir.
Bunun için kimliklerden ve aidiyetlerden bir an için uzaklaşarak,
sadece insan olarak birlikte nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizi
ve geleceğe nasıl bir ülke bırakmak istediğimiz üzerine düşünelim.
Tufan öncesinin Gılgamış Destanı’ndaki, Upanişadlardaki Buda’nın
ülkesini, Zerdüşt’ün İran’ını, Konfüçyüs’ün Çin’ini, Piramitler ülkesi
Mısır’ı, Beni İsrail’in peygamberlerini, Greek ve Roma’yı hatırlayın.
Antik zamanların felsefesini ve filozofların anlatılarını zihninize
canlandırın. Bir Anadolu destanı olan İlyada’daki hikâyeyi okuyun.
İsa peygamberin uğradığı zulmü göz önünde bulundurun. İslam
peygamberinin insanları, kendisinden önceki öncüler gibi insanlığa
yeniden çağırmasının anlamını anlamaya çalışın. İnsanlık tarihi
dalgalanmalar, yükselişler, duraklayışlar, yıkılışlar ve yeniden
yükselişlere açık bir devinim tarihidir. Yeni bir tarih yazılacaksa,
bu tarih insanlığın vicdani sorumluluğunu ve merhamet duyarlılığını
esas almalıdır.
***
173. sayıda yayımlanan “Kethüdâ 2” şiirinin şair ismi teknik bir
sorundan dolayı yanlış yazılmıştır. Doğrusu Mehtap Yıldız olacaktır.
Bu hatadan dolayı şair arkadaşımızdan özür dileriz. Türkiye Dil
ve Edebiyat Derneği ailesine katıldığı günden itibaren yazıları ve
fikrî katkıları ile bizi gönendiren Erzurum Şube Başkanımız Murat
Ertaş’a teşekkür ederim.
Türkiye 2023 seçimi sonucunda gerçekleşen irade ile kurulan bakanlar
kurulunu ve yeni bürokrat kadroyu tebrik eder, yapacakları
hayırlı ve faydalı hizmetlerde başarılar dileriz.