Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (66. Sayı)

Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ
h u s e y i n a l t u n t a s s @ g m a i l . c o m

Değerli Okuyucularımız! Haziranla beraber hayatı en canlı yaşayacağımız yaz mevsimine gireriz. Yaz
güzeldir, hayat doludur, verimlidir ama aynı zamanda aniden bastıran ve alıp
götüren yaz yağmurunun da mevsimidir. Öyle ki, tabiata canlılık verirken
bir taraftan da edebiyatımızda kalıcı izler bırakmış birçok edip ve şairimizi
sessizce aramızdan alıp götürmüştür. Tahir Alangu, Ahmet Muhip Dıranas, Hasan İzzettin
Dinamo, Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Orhan Kemal, Halide Nusret Zorlutuna, Peyami Safa,
Cahit Külebi, Cemil Meriç, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören bunlardan en çok hatırladıklarımız,
okuduklarımız; dilimize ve edebiyatımıza en çok hizmeti geçenlerden bazıları…
Arkalarında bize okunacak, düşündürecek, hissettirecek eserler bırakarak giden şair ve
yazarlarımızın isimlerini hatırlarken, zihnimizin bir köşesinden de ister istemez rahatsız edici
bazı istatistikî sonuçlar geçiyor: Bu kadar ismin içerisinde neden bu milletin öz değerlerini
benimseyen, onun gibi düşünüp onun gibi hisseden, onun şarkısını terennüm edip onun hayallerini
resmeden yazar ve şairler azdır da, üstün sanat yeteneklerini, bilgelikle yoğrulmuş
birikimlerini yabancı kültürlerin, yabancı hayallerin, yabancı fikir ve ideolojilerin hizmetine
adamış olanların sayısı çok fazladır? Bu kahredici sualin cevabını verip de verdiği cevaptan
yüreği mutmain olan kaç insanımız vardır? Milletin öz değerlerini edebî formlar içerisinde
insanların beğenisine sunmaktaki aczimizi, eksikliğimiz doğru mu tahlil ediyoruz acaba?
Zihnimizin çengeline takılı “Neden böyle?” sorusuna doğru cevaplar mı veriyoruz gerçekten?
Muhafazakâr kesimce üretilen romanlarımız, hikâyelerimiz, tiyatrolarımız az satıyor;
çünkü evrensel kriterlere göre seküler kesimlerce üretilenlerden daha zayıf üslup, dil ve
içeriğe sahipler. Bu mahcup edici durumu nasıl izah etmeliyiz? Bugüne kadar verdiğimiz,
vermeye çalıştığımız cevapların, ürettiğimiz mazeretlerin elbette bir gerçekliği var. Ama bir
yere kadar… Ne toplumdaki sekülerleşme, ne ekonomik gücün dine lakayt kesimlerin elinde
toplanması ve ne de Batı kültür ve sanatının cezp edici gücü bu yabancılaşmış sanat ve
edebiyat anlayışının tek sorumlusu olabilir!
Edebiyat, sözle yapılan bir sanat… Söz vardır, lügatlerdeki sıradan anlamlara mahkûm,
sedası güzel, anlamı boş bir metnin sözleridir; söz de vardır k i, Allah’ın evrene koyduğu ölçü
ve denge ilkesi uyarınca ne fazla ne eksik sözcükleriyle yoğun bir anlam yükünü, derin bir
filozofiyi ve biçimsel güzelliği başarıyla bir araya getirmiştir. Kalıcı edebî metinleri, işte bu
ikinci tür sözler oluşturur. Bir sözü edebî kılan, ne salt cümlelerinin güzelliği ne de sentaksının
sağlamlığıdır. Söz’ü edebî kılan çoklu faktörlerden en olmazsa olmazı, onu zihinde temessül
ettirecek ses ve biçimden önce bizatihi anlamın kendisidir. Bu da güçlü bir eğitime,
yoğun bir birikime ve çocukluktan itibaren iyi bir kültür ortamı içinde bulunmaya bağlıdır.
Başarılı ve kalıcı edebî eserler, sağlam, güçlü ve yaygın bir bilgi birikimine sahip donanımlı
bireylerin kaleminden çıkar.
Batılılaşma serüvenimizin ilk dönemlerinde, sayıca az miktardaki şehirli, varlıklı ve kültürlü
elitlerimiz zaten Batılı yaşam tarzını benimseyerek kendi kültür kodlarımıza yabancılaşmıştı.
Şehirlerdeki kültür, sanat ve edebiyat birikimi büyük ağırlığıyla Batı kültür ve
değerlerinden beslendiği için, üretilen edebî eserler de o kültürün kodlarını taşımaktaydı.
Ne var ki, Anadolu insanının 1970’lerde şehirlere başlattığı yeni göç dalgasıyla ülkemizin
demografik ve kültürel haritası da değişmeye başladı. Anadolu’nun kendi öz değerlerine yabancılaşmamış
evlatları şehirlere göç ederken, şehirlilerin çoktan unuttukları o eski, tanıdık
değerleri de beraberlerinde getirdiler. Belki biraz kaba, belki biraz köylü, belki biraz estetik
dışı biçimlerle…
Ama müjde! Tekerlek tümseği aştı; hızla şehirleşiyor/şehirlileşiyoruz. Sağlam yapılı, temiz
ahlaklı, değerlerine bağlı ailelerin şehirlerde büyümüş çocukları bugün hiçbir mahrumiyet
çekmeden dünya çocuklarının uzanabildiği bütün bilgilere, sanat ve kültür eserlerine
ulaşabiliyor. Daha çok okudukları, daha çok tefekkür ettikleri ve daha çok sorumluluk hissettikleri
oranda, onlar da engin bir birikim ve donanıma kavuşacaklar; dolayısıyla çok okunan,
çok satan, çok beğenilen nitelikli edebiyat eserleri üretmeyi onlar da başaracaklar! Çünkü
ürettikleri edebî eserlerle önce kendi toplumlarına, sonra da tüm dünyaya verecekleri önemli
mesajları var.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…