Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (80. Sayı)

Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ

Değerli Okuyucularımız!
Dünyanın farklı köşelerinde, iklim ve mevsimlerin farklılığından kaynaklanan değişik
iş, aş ve dinlenme şekilleri olduğu bir gerçek... Sıcak bölge insanlarının siesta/kaylûle
uykusu alışkanlığına karşılık, mutedil iklim bölgelerinde yaşayanların da yaz tatili düşkünlüğü
var. Daha serin coğrafyalarda yaşayanların iklimle ilintili farklı alışkanlık ve
düşkünlüklere sahip olduğunu da kolayca tahmin edebiliriz.
Yaz mevsimi gelir, insanlarımız yavaş yavaş yorgunluklarını hissetmeye başlarlar. Dolayısıyla,
doğdukları yerlerden ayrılmış olanlarımızın da yüreklerinde çocukluk anılarıyla
dolu memleketlerini ziyaret etme hevesleri canlanır. Tam da böyle bir aşamada idrak
ettiğimiz ramazan ayı, bu heves ve arzuların bir süre ertelenmesini gerektirdi. Ne var ki,
eş zamanlı olarak çevremizdeki ateş çemberinin giderek daralmaya başlaması, komşu
topraklardaki yangından kopan alev parçalarının ülkemizdeki riskli noktaları da tutuşturma
olasılığının ortaya çıkması, bu ertelemeyi gerekli kılan bir diğer neden oldu.
Dil, edebiyat ve kültür alanında Anadolu’nun tarihi mirasını temsil eden, bu mirası
bulup ortaya çıkarmakla yetinmeyip çağın sanat diliyle gelişimine ve zenginleşmesine
gayret eden dergimiz, bu hassas süreçte salt kendi alanıyla sınırlı kalmayı sorumlulukla
bağdaşır bulmuyor, en azından bu zorlu süreci aşma konusundaki düşünce yazılarıyla ülke
tefekkürüne de katkı yapmak istiyor. Tefekkür demek, yer altından çıkarılan elmas parçalarını
şekilsiz ve estetiksiz karbon parçaları olmaktan çıkarıp göz alıcı ve değerli birer
pırlantaya çevirmek kadar hassas bir zihin işçiliği yapmak demektir.
O hâlde çevremizi saran ateşin bize ve görünür-görünmez değer envanterimize
zarar verebileceği ihtimaline nasıl gözümüzü kapayabilir, “biz bir edebiyat dergisiyiz”
diyerek nasıl düşünce üretiminden kaçınabiliriz? Son ayların İslamcılık üzerine yapılan
tartışmaları gösterdi ki, çevremizdeki Müslüman toplumların ama özellikle de sosyolojik
gelişmişlik bakımından diğerlerine kıyasla çok daha birikimli ve deneyimli olan
Anadolu toplumunun bu konudaki kafa karışıklığının giderilmesi gerekiyor.
Müslüman olan taraflar hangi yanlış algının sonucu olarak birbirlerini tekbir getirerek
katledebiliyor? Merhamet ve şefkat dininin bütün ilkelerini çiğneyebilen bir din
anlayışına mensup kişiler hangi algıdan beslenerek en kıymetli varlıklarını, can ve mallarını
feda edebiliyorlar? Yıllardır halkın yardım ve katkılarıyla kendilerine İslami değerleri
yaşatmak ve yeşertmek için gayret ettiğine inandıran bir grubun üyeleri nasıl oluyor
da kendi bekalarını sağlamak güdüsüyle “Harp hiledir” düsturuna dayanarak en temel
İslami ilkeleri ters yüz edebiliyor? Kur’an’ın sadece can emniyetinin tehlikeye girdiği
cebir ve şiddet anlarında, o zor durumun bertaraf edilmesi için ruhsat verdiği “takiyye”
nasıl oluyor da hayatın bütün alanlarında, her kişi ve her kurumda, her zaman ve her
durumda, uyulması gereken bir takiyye ahlakı olarak empoze edilebiliyor?
Bütün bunlar şu dönemde insanlarımızın zihnini karıştırmakta, neyin dindarlık neyin
dindarlık zıddı davranışlar olduğu konusunda kardeşlikleri zedeleyici bir zemin oluşturmaktadır.
Takiyyeyi gerektirmeyecek bir özgürlük zemini üzerinde tek standartlı bir
ahlak oluşturmak, Müslüman toplumların önünde başarılması gereken ulvi bir hedef
olarak duruyor. İnsan haklarının görece güvence altına alınabildiği Türkiye gibi toplumlarda
yöntem takiyye ahlakını değil, özgürlük ahlakını benimsemek ve yaymak olmalı.
Dinimizin takiyye konusundaki ruhsatı (Ali İmran/108 ve Nahl/106) kıyamete kadar
bakidir; ama nerede, ne zaman? Kur’an’ın bütüncül mesajı doğrultusunda söz konusu
kavramı doğru anlamak ve müminlere kendi taraftarlarını güçlendirme uğruna yalanı,
ikiyüzlülüğü, oportünizmi, fırsatçılığı meşru göstermenin takiyye değil, büyük bir ahlaksızlık
olduğu bilinci kazandırılmalıdır. Tek standartlı İslam ahlakını çok standartlı takiyye
ahlakına dönüştürmenin vebali salt ülke içinde huzursuzluk çıkarıldığı için ağır değildir;
bütün dünyaya Müslümanların güvenilemez, sabitesiz ve öngörülemez insanlar olduğu
imajını verdiği için de çok ağırdır.
Yaz tatillerimizi ağaç gölgelerinde dertsiz ve tasasız geçiremeyeceğimiz için çok keyifli
olmayabiliriz. Ancak bu devasa sorunlar üzerinde zihin işçiliği yaparak İslam toplumlarına
bir çıkış yolu aramanın erdemi, tüm dert ve tasaların toplamından büyüktür.
Bu arada, ramazanın son gününde dar-ı bekaya irtihal eyleyen değerli yazarımız,
İslâmi Edebiyat Vakfı Onursal Başkanı muhterem Ali Nar Hoca’ya Allah’tan rahmet,
yakınlarına ve edebiyat alemine başsağlığı dileriz.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…