Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (93. Sayı)

Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ
[email protected]

 


Değerli Okuyucularımız! Son iki ay içerisinde öyle dramatik gelişmeler
yaşadık ki, hazan mevsimi eylül âdeta hüzün
mevsimine dönüştü. Henüz ne 15 Temmuz’un
sarsıcı sonuçlarını tam olarak atlatabildik ne
de o günün şehit ve gazilerinin gönüllerimizde açtığı yaraları
onarabildik. Her gün sınır boylarımızda verdiğimiz
şehitler ve sivil kayıplar da cabası… Tabii, tek tesellimiz,
milletçe gösterdiğimiz kahramanlığın, cesaret ve şecaatin
İslam ümmetine yol gösterici bir örneklik olarak tarihe
kaydedilmiş olması…
Sosyolojik parametreler, bu örnekliğin etkileme gücünün
şu an fark edilenden çok daha derin ve kapsamlı
olacağına işaret eder nitelikte… 1918-23 tarihleri arasındaki
tarihi silkinişimiz nasıl Asya ve Afrika’nın mazlum
toplumlarına bağımsızlık ateşinin kıvılcımını sıçrattıysa,
15 Temmuz direnişi de mutlaka bundan sonraki benzer
işgal girişimleri esnasında diğer İslam toplumlarına aynı
yöntemin denenmesi ilhamını verecek. Rabia meydanındaki
mümin topluluğun o gün uygulama vizyonu bulamadığı
bu direniş yöntemini bugünkü Mısır toplumunun
hafıza kodlarına kaydettiğine hiç şüphe yok.
Biz edebiyatseverler bu süreçten neler çıkarmalı, topluma
hangi tefekkür çerçevesini önermeliyiz? 15 Temmuz’da
başımıza geleni, yaşanan hikâyeleri, gözlerimizi yaşartan,
gönüllerimizi yaralayan an ve anıları elbette dilimizin
imkânlarıyla resmetmeye, edebî eserlerle toplumun bilinç
ve duyarlılığına sunmaya devam etmeliyiz. Ancak sunacağımız
bu edebî ürünler gerçekliğin somut sınırlarında da
kalmamalı; daha öteye geçmeli! Olanı şiirleştirmek yetmez!
Olabilecekleri de hayal etmeli, kurgusal romanlar, hikâyeler
yazmalıyız! Milletimizin vicdanına tercüman olmalı, imanlı
bireylerimizin 15 Temmuz gecesi yapılanlardan çok daha
büyük, çok daha sarsıcı fedakârlıklar yapabileceğini bu
roman ve hikâyelerle ortaya koymalıyız. Batı nasıl Rambo
hikâyeleriyle güçlü asker imajı oluşturduysa, biz de tarihsel
kodlarımızdaki en belirgin özelliğimizle “iman dolu göğüs
gibi serhaddi” olan bir millet olduğumuzu “tek dişi kalmış
medeniyet canavarı”na tekrar tekrar hatırlatmalıyız. Sadece
dış düşmanlara karşı da değil… Kendi tarihsel tecrübesini
unutan, manevi güç aldığı değerlerin farkındalığını kaybeden
içteki insanlarımıza da hatırlatmalıyız. İddia edilebilir
ki, birçok insanımız kendi toplumundan bu kadar kahraman
çıkabileceğini 15 Temmuz’dan önce hayal dahi edemeyecek
bir özgüven eksikliği içindeydi.
Şimdiki yüzleriyle “dünyaya demokrasi ve insan hakları”
getirme çabasında görünen yeni sömürgecilerin en
çekindikleri şey, akılsız, idraksiz, tefekkürsüz Müslüman
toplumların hazık ve muktedir bir önderliğin sevk ve
idaresiyle bu eksikliklerini kısa zamanda tamamlaması,
ümmet için rol model olacak güçlü bir ülke ve toplum
ortaya çıkarmasıdır. Bu rol modelin bir gün mazlum ve
mağdur toplumların makûs talihini değiştirme gücüne
erişmesi kuvvetle muhtemeldir. Bu ihtimalin daha şimdiden
yeni sömürgecilerin korkulu rüyası hâline geldiğini
öngörebiliriz. O hâlde başkalarının kâbusu, bizimse
güzel rüyamız olan bu olasılığı kuvveden fiile çıkarmak
için üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Şairlerimiz,
yazarlarımız, hikâyeci ve romancılarımız! Bu rüyayı kalemlerinizle
bıkmadan, usanmadan, bütün gücünüzle terennüm
ediniz! Rüyasını görmeden, hayalini kurmadan
bir umudu nasıl zihinlere nakşedebilir, gerçekleşmesini
nasıl bekleyebiliriz?
Üzeyir İlbak, bu sayımızdaki “Türkiye’nin Yıldızının
Parladığı An” başlıklı yazısında bu umut ve rüyayı gerçekleştirme
potansiyelinin bizde mevcut olduğunun ipuçlarını
veriyor. Şairlerimiz de zihin dünyalarındaki sözcük
ekipmanlarıyla bu rüya ve umudu gönüllerde inşa etmeye
çalışıyorlar. Batı’nın hâlâ arsızca devam ettirdiği oryantalist
bakış açısının günümüzdeki yeni temsilcilerinden
Manguel’in Türkiye ve Gezi olayları hakkındaki sinsi bakış
açısının eleştirel bir gözle ele alındığı iki makale, İlbak
ve Zafer Acar’ın kaleminden sunuluyor. Hüseyin Yürük’ün
seri gezi yazısı “Balkanlardan Notlar”ın bu bölümünde
ise Karadağ ve Arnavutluk’tan bazı şehirler anlatılıyor.
Merhum Yaşar Nuri Öztürk hakkındaki anma yazısının
ikinci bölümünde Recep Seyhan, Hoca’nın uçlarda gezinen
üslubuna, özel hayatındaki dalgalanmalara takılmak
yerine ne söylediğini anlamaya çalışmayı öneriyor.
Diğer şiir ve yazılarıyla yine zevkle okuyacağınızı umduğumuz
Dil ve Edebiyat derginiz Kurban Bayramı’nızı
şimdiden tebrik ediyor, İslam dünyasının cehalete, sığlığa,
tefekkürsüzlüğe kurban edilmemesi için kendi üzerine
düşeni yapmaya çalışacağını bir kez daha beyan ve
taahhüt ediyor.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…