Dergi Detay

Dergi Resmi

Olağan Hikaye (2. Sayı)

Kendi Hikâyemizi Bulabilecek miyiz?

Önce başarısız sonra da başarılı taklitlerle dünyayı takip
etti edebiyatımız. Tanzimat’ta züppe kahraman ile başladı
yolculuğumuz. Cumhuriyet sonrası anlatılarda modern
aydın kahraman, sonra küçük adam ve ardından 1950’lerde
modernist bunalımlı kahramansızlık belirdi. Dışarıdaki
adamların hikâyeleri unutuldu. Unutmayanlar da hep aynı
insana odaklandılar. Hikâyemizde, romanımızda ağaya
başkaldıran köylü tipini görürüz de onsekiz yıllık aradan
sonra ezan sesi duyan köylü tipini göremeyiz. DP’li yıllarda
küçük burjuvanın varoluş bunalımını/huzursuzluğu anlatır
50 kuşağı, başvekilin idam edildiğini duyan Anadolu’nun
bir kasabasındaki insanın umutsuzluğunu, huzursuzluğunu
anlatmaz. Üniversite olayları, sokaklardaki gerginlik vardır
da üniversiteye evladını gönderen annenin “Evladım anarşiye
karışmasın!” diyerek ettiği dua, yaşadığı gerginlik yoktur...
Birilerinin bu görülmeyeni anlatmak arzusuyla yola
çıkmasıyla “o taraf” yaftasını yemesi de aynı döneme rastlar.
Yakın dönemlere kadar Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Rasim
Özdenören, Mustafa Kutlu, Ali Haydar Haksal, Hüseyin Su ve
ilk hikâyelerini bu isimlerin çıkardığı dergilerde yayınlayan
isimler de dahil olmak üzere kendine has bir sesi vardı
o tarafın “bu taraf” olarak gördüklerinin. Ne var ki son
zamanlarda postmodernizmin melezleştirme etkilerinin
fazlasıyla hissedildiğini söyleyebiliriz. İlk isimlerden öyküye
devam edenler postmodern yöntemleri kullansalar da hâlâ
“kendine has” olma durumunu korumaya çalışıyorlar da yeni
kuşaklar için durum değişiyor.
Öykümüz uzun suskunluktan sonra bilhassa 80’lerle birlikte
kendi gördüğü hikâyeyi anlatmaya başlamıştı. Dünyada olduğu
gibi Türkiye’de de modernizmin tek tipçi iddiası silikleşiyorken
“öteki”nin söylemi beliriyordu. Bu belirginleşmeyi melezlikle
bastırmak, suyu modern tek tipçilik lehine bulandırmak,
üzerini çizmek için post-modernizm doksanların sonunda
imdada yetişti. Böylece yok sayılan “öteki” artık bulanık şekilde
üzeri çizili olarak var-sayılacaktı. Bu durumda “öteki” farkında
olmadan tektipleştiricinin istediğine dönüşmeye başlıyordu.
2010’lardan sonra diğerinin post-modern hokkabazlıkla gör
dediğini anlatmaya doğru gerçekleşen dönüşüm, son ucunda
yine bu toprakların gerçeğinden kopuk bir hikâye ortaya
çıkardı. Bugün öykünün nereden başlayıp nereye geldiği,
hikâyesinin bundan sonra nereye gideceği üzerine düşünmesi
gerekiyor. Yoksa postmodernizmin postunda (sonrasında)
hikâyesini kaybetmiş bir öykü ile var olmak aslında yok olmak
olacak...