OCAK 2018 DERGİLERİNE GENEL BİR BAKI...

OCAK 2018 DERGİLERİNE GENEL BİR BAKIŞ-2

25/01/2018

Dil ve Edebiyat, Şehir ve Kültür, İtibar, Tahrir ve Şiar dergileri Ocak 2018 sayıları hakkında Mustafa Uçurum yazdı.

İnsan en çok kendine kördür
     “İnsanın en çok kendisine bakarken körleştiğini düşünürüm” diyor Dil ve Edebiyat dergisi Ocak 2018 sayısında Hüseyin Su. Dergi 109. sayısına ulaştı. Her sayı daha da zenginleşen bir yazar ve ürün yelpazesi var derginin. Yeni isimler katılıyor dergiye. Bu iyiye işaret.

     Hüseyin Su ile Mehtap Altan söyleşmiş. Sanat, edebiyat, yazmak ve okumak üzerine verimli bir söyleşi bu. Samimiyet her cümleden hissedilebiliyor: “Yazdıklarının önünde durmamayı, hatta birkaç adım geride durmayı, onları kendisine bir övünç vesilesi görmemeyi, yazdıklarının üzerine çıkıp boy göstermemeyi, bütünüyle kalem işlerini bir bilinç ve iç zenginliği olarak görmeyi öğrendik.”

     Gençlere öğütler, Hece serüveni, edebiyat ve terbiye, kitapları ve daha birçok konuda keyifli bir söyleşi bekliyor okuyucuyu.

Klâsik Osmanlı şiirinin teşekkülü
     Emir Ali Çevirme klâsik şiirimizi derinlemesine işliyor dergideki yazısında. Divan şiirinin dünya şiirindeki yeri ve öneminden bahsederek başlıyor yazı: “Dünya edebiyatları içerisinde, her şeyi yerli yerinde olarak düzenlenmiş, bir kâideye bağlanmış ve şairlerinin ince söz işçisi olduğu başka bir şiir evresi göstermek hemen hemen imkânsızdır.”

     Divan şiirinin gelişimini etkileyen faktörler tek tek sıralanıyor. Örnekler veriliyor. Dil faktörü: Arapça-Farsça tesiri, patronaj sistemi ve klâsik şiirin teşekkülüne tesiri, ictimâi ve fenni ilimlerin klâsik şiire tesiri konuları işleniyor. 

     Divan şiirinin temelini Fuzuli’nin “İlimsiz şiir, temelsiz duvara benzer.” sözüne dayandırıyor Emir Ali Çevirme. Divan şiirine dair tespitlerin olduğu yazı bu şiire ilgisi olanlar için kaynak niteliğinde notlar içeriyor. “Şiirin; çok boyutlu yapısı, zengin imaj özelliği, hissi derinliği ve ilmî altyapısı teşekkül evresinin de aynı oranda komplike olmasına neden olmaktadır.”

İsmail Kılıçarslan ile yazmak ve yaşamak üzerine söyleşi
    Zafer Acar 109. sayıda bir söyleşi gerçekleştirmiş İsmail Kılıçarslan ile. Şiir, yazmak ve yaşamak üzerine bir söyleşi bu. Kılıçarslan yazdığı dergileri sıralıyor. Kaknüs, Hece, Yediiklim, Kırklar ve şimdi de İtibar dergisi: “Kırklar bir kuşak dergisiydi, şimdi İtibar bir vitrin dergisi. Ama olsun. Tenekeci nerede ben orada.”

     Şimdilerde köşe yazarlığı ön planda olsa da İsmail Kılıçarslan’ın gönlünde yatan aslan şairliği. Şiirden zaman zaman uzak düşüyor olsa da şairlik sıfatına sımsıkı sarılıyor: “Her sabah uyandığımda kendimi şair olarak uyanmış buluyorum, köşe yazarı olarak değil. Hayatımın merkezi şiir…”

Şehir ve Kültür’de bilgelik kazandıran şehirler var
     Şehir kavramına ne kadar anlam yüklesek hâlâ yarım kalan bir şeyler var diye düşünmeden edemiyorum. Şehir ve Kültür dergisinin Ocak 2018’de yayınlanan 42. sayısında yayınlanan Prof. Dr. Nazif Gürdoğan’a ait “Bilgelik Kazandıran Şehirler” yazısını okuyunca şehirlerin barındırdığı yoğun anlamlara da şahit olmak mümkün: “Duvarların yıkıldığı bir dünyada kültürlerarası yarışta güç, ülkelerden şehirlere geçiyor. Bir kültürün zenginliği şehirlerine somut bir biçimde yansır. Şehirler mabetleri, çarşıları, okulları, işyerleri ve evleriyle ait olduğu medeniyetlerin bilgelik kaynaklarını oluştururlar. Yüzyılların içinde oluşmuş tarih yüklü şehirleri olmayan medeniyetlerin, yeterli kültürel derinlikleri ve gerekli ekonomik zenginlikleri olmaz. Şehirler dünyanın her yerinde, bir yaşama biçimi olan medeniyetlerin açık üniversiteleridir. Tarih içinde her medeniyetin çatısız açık üniversiteleri olmuş, bilgi ve bilgelik kaynağı kutlu şehirleri vardır.”

     Şehirler hakkında böyle bir giriş yapıyor Gürdoğan. Kudüs, Mekke, Medine yazısının konusu dahilinde işlenen şehirler. Kudüs; Miraç şehridir. Mekke; şehirlerin anasıdır. Medine; erdemli şehirdir.

Geçmişi olmayan kentler
     Hayatın her alanında olduğu gibi şehirlerimizde de hızlı bir gelişme ve değişme var. Kentleşiyor şehirlerimiz. Geçmişten koparak yaşıyor bunu. İsmail Bingöl bu noktaya dikkat çekiyor. Yazısında M. Âkif İnan’ın “Şehir Gazeli”ni de alıyor: “Her eylem yeniden diriltir beni/ Nehirler düşlerim göl kenarında/ Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin/ Doğayı çarptıran konumlarına”

     Yaşanacak şehirler arzuluyor insan. Geçmişle bağı olan şehirlerin hayalini kuruyor. Bunu kapitalizmin kıskacında nasıl başarır insanoğlu, işte orası muallakta. Nasıl şehirlerimiz olsun sorusunun cevabını sıralıyor Bingöl: “Böylesi şehirlerin binaları, sokakları, caddelerinin genişliği ve uzunluğu, evlerin duruşu her haliyle şehre yakışacak ve insana “işte şehir” dedirtecek vasıftadır. Fazlalıklar ya da gözünüzü rahatsız edecek bozukluklar çok azdır. Yeşillikleri, park ve bahçeleri bol olan bu yerleşim birimlerinde, yapılaşma tıkış tıkış değil de, insanların ikâmetine tahsis edilmiş bir mekânın gerektirdiği şekil ve tarzdadır. Ne caddelerin kenarlarına iğreti bir şekilde oturtulmuş kulübeler görürsünüz bu yerlerde ve ne de insanın üstüne üstüne gelecekmiş gibi duran binalar...”

    Peki kim yapacak bu şehirleri? “Bilgili, ehliyetli, ileri görüşlü ve ferâset sahibi kişilere tevdi edilmelidir, sorumluluğu ve vebâli hakikaten büyük olan bu tür işler... Ancak, bu saydığımız özellikleri hâiz insanların elinden çıkmış şehirler, şehir ünvanını almaya hak kazanmışlardır. Zira, şehri imar eden kişiler, şehir kelimesiyle ifade edilmek istenen gerçeğin farkına varmış kişilerdir.”

Toplumsal helalleşmeye ihtiyaç var
    Cem Eriş, Alev Alatlı’nın bir konuşmasını merkeze alıyor yazısında. Önce sorunu ortaya koyarak yapıyor bunu: “Toplum olarak hangi şart altında olursa olsun kendi medeniyetimizin değerlerinden beslenen biçimlendirme, dönüştürme, örnek olma, ihya etme kabiliyetimizi maalesef büyük oranda kaybettik.” Mesele kendi medeniyetimiz.

     "Aslolan, hakkın helal edilmesi olmalıydı. Helalleşmek olmalıydı. Helalleşmek, mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıydı... Çünkü, her yasal hak, helâl değildir...İmar ruhsatı olan bir müteahhit, şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur. Yeni ve çok daha ucuz bir enerji türünün pazara girmesini önlemek üzere üretim haklarını satın alıp sümen altı eden bir petrol şirketi de yasal olarak suçsuzdur. Raf ömrünü uzatmak için ekmeğin hamuruna kanserojen madde katan gıda üreticisi, formülü ambalajın üstünde yazdığı sürece suçsuzdur...”

     Bu kıstas üzere şehirler kurulsa insan iç huzuru denen duyguyu sonuna kadar yaşayacak ama gelin görün ki helallikler de haklar da toz duman bir meydanda birbirine karıştı, gitti.

Ah geçmiş, ne güzelsin sen
     Ali Bal, bir geçmiş zaman yazısı ile yer alıyor Şehir ve Kültür’de. Hatırladığımızda içimizi acıtan ve hüznümüzü çoğaltan bir yazı bu. Evlerin teknolojiye tutsak olmadığı, komşuluk denen o büyülü kelimenin içimizde yaşadığı zamanların bir yazısı bu: “Hayallerin renkli, televizyonun renksiz olduğu dönemlerden geliyorum. İletişim kanallarımızın çoklu, televizyonun tekli olduğu dönemlerde günleri, zamanı ve hayatı dolduran sohbetler ile kurulan muhabbet halkalarından göğe çekilen her kelam şimdilerde yağmur olup yağsa. Göğe çekilen kelamlar yağsa ve kalbimize bir nazar olup değse, değse en mahrem hayallerimize. Evler, evlerimiz ve evlerimizin en köşesine kurulan televizyonumuz. Evler davetkâr dururdu her zaman. Evler, misafir beklerdi. Misafir odası, konuğunu beklerdi en temiz haliyle.”

İtibar 2018’e Kudüs’le girdi
     Edebiyat dergilerimizin artık değişmez teması oldu Kudüs. Bunun artarak devam etmesi tek temennimiz. İtibar dergisi Ocak 2018’de çıkan 78. sayısına sadece Kudüs kapağı ile değil içeriği ile de damga vuruyor: “Kudüs ruhumuzdur, kalbimizdir” 

     Kemal Öztürk’ün “Ezan, İnsan, Kudüs” yazısı otuz yıllık arayla Kudüs’teki değişimi anlatıyor. Ezanın Kudüs’e kattığı değerden şimdi susturulmaya çalışılan ezan sesine uzanan kırılmayı anlatıyor: “Bir Müslüman’ı hareketsiz bırakmayı istiyorsanız ezanı susturacaksınız ilk önce.” Ezanın Müslümanlar üzerindeki etkisini anlatıyor Öztürk. Kudüs, Mekke, Medine semalarında yankılanan ezanın şehre, insana kattığı değer var yazıda.

     Taha Kılınç Kudüs’teki Şeyh Cerrah Mahallesi’ni anlatıyor “Kudüs’te bir Semtin Hikâyesi”nde. Adını Selahaddin Eyyubi’nin doktoru Şeyh Hüsameddin bin Şerâfî el Cerrah’tan alıyor mahalle. Tarihten günümüze bu mahallenin hem Müslümanlar için hem Yahudiler için önemi anlatılıyor yazıda.

     Sibel Eraslan, Saniye Şişman, İbrahim Kalın, Ahmet Murat, Mehmet Dinç, Sernur Yassıkaya, Ayhan Demir ve Mustafa Özel de dergide Kudüs üzerine yazan isimler.

Cüneyd bir şiirdir Filistin’de
     Filistin direnişinin sembolleri bitmez, bitmeyecek de. Her gün yeni bir hikâye yoklayacak yürekleri. Zalimler varsa karşılarına bir yiğit çıkacak her vakit. Küçük bir çocuktan bile korktukları için bir manga askerle müdahaleyi gelenek haline getiren İsrail’in yüreksiz askerleri olduğu müddetçe dünya daha nice direniş yiğitlerine şahit olacak.

     Sahne herkesin gözünde canlanıyor hemen. Etrafı askerler tarafından çevrelenmiş, gözleri bağlanmış bir çocuk sürüklenerek götürülüyor. Gerisi şiirdir, destandır.

     Nadir Aşçı İtibar’da “Cüneyd” şiiriyle sesleniyor mazlumlara: “ağzı var dili yok bir Cüneyd, gözleri bağlı / konsun istiyor elbet tam göğsüne inşirâh / tüfengi olsa şimdi vuracak dipçiğini / şu köhnemiş dünyanın çürüyen kalbine ah!”

İbrahim Tenekeci’den “Mümin Baharı” şiiri
     Herkesin baharı kendinedir, bize mümin baharı gerek dedim İbrahim Tenekeci’nin şiirini okuyunca. Esenlik bildirisi gibi, ruha şevk veren, direnişi bileyen bir şiir bu: “Göklerin ne yaman güzel Filistin / Gündüz bile görünüyor Süreyya/ Gelecek elbet müminlerin baharı / Görecek inşallah evlatlarımız”

Fatma Barbarosoğlu dosyası
     İtibar’da Fatma Barbarosoğlu dosyası da var. Öyküleri, yazıları, kitapları, edebiyat-sosyoloji bağı yazı ve söyleşilerle ele alınmış. Nazife Şişman yazısında “Saf edebiyat ya da saf sosyal bilim şeklinde kategorik ayrımların olmadığı bir dünya(dan)ya sesleniyor Barbarosoğlu” diyor uzun soluklu yazısında.

     Barbarosoğlu’nun “Mutluluk Onay Belgesi” adlı kitabı üzerine yazdığı yazıda Feride İkbâl’in tespiti güzel: “Benim bildiğim, cep telefonu, sosyal medya gibi internet ortamlarının günlük hayattaki pratiklerine yer veren tek öykü kitabı Mutluluk Onay Belgesi.”

Yıldız Ramazanoğlu’ndan “gülünç” bir öykü
     Yıldız Ramazanoğlu öykülerini severek okuduğum yazarlardan. İtibar’da kısacık ama keyifle okunacak bir öykü sunmuş bizlere. Gül Yetiştiren Adam kitabını bahçesindeki güllere daha iyi bakmak için alan kadının kitabı biraz karıştırıp geri getirmesi ve hastanedeki refakatçi Gülümser’in gazete istemesi ama kayınlarına hazırladığı sofranın altına sermek için gazeteyi istemesi... Bunlar ve daha ne çok şey var hayatta bize gülünç gelen. Gerisi İtibar’da.

Şiirin kaderini şairler tayin etmelidir
     Tahrir dergisi 11. sayısı ile istikrarını sürdüren bir dergi izlenimini pekiştirmeye devam ediyor.

     Hayriye Ünal ile yapılan bir söyleşi var dergide. Ünal, açık konuşmayı seven bir şair. Sözünü esirgemeyen bir tavrı var. Söyleşide de sorulara tüm samimiyeti ile cevap veriyor. Hece ile, Rasim Özdenören ile tanışmasını anlatıyor. İlk yayınlanan şiirinden, dergilerden geri dönen şiirlerinden bahsediyor.

     Mustafa Kutlu’nun 6 Aralık’ta Yeni Şafak’ta yayınlanan ve şiir üzerine görüşlerini paylaştığı yazısı üzerine yöneltilen soruya da yine açık yüreklilikle cevap veriyor: “Esasen Kutlu gibi isimlerin şiire dair ne dediği şiir açısından dikkate alınmamalıdır, yıllarca Dergâh gibi merkezî bir dergide bulunmanın görgüsü birçok şeye yeter fakat poetik ayırt edicilik sağlamaz. Görgü, şiir konusunda yeterli değildir. Şahsi beyan olarak görüp geçmek gerekir.”

     Hayriye Ünal söyleşisinin ana teması şu: Şiirin kaderini şairler tayin etmelidir.

Müzik Kutusu’nun şairi Hüseyin Akın
     Tahrir dergisinin değişmeyen bölümleri var. Bunlardan biri de Müzik Kutusu. Bu sayının yazarı Hüseyin Akın:“Şiir ağacının uzanılabilir dallarına müzik denir.”

     “Müzik o kadar insana yakın bir şeydir ki insanın neredeyse ‘İnsan zaten müziktir.’ diyesi geliyor.” Müziğin, özellikle sesin gücünden bahsediyor Akın. “Ses aslında gizli ve gizemli bir sözdür.”

     Elbette türkülerin gücünden de bahsediyor Hüseyin Akın. “Bu dünyanın yokuşları şarkısız, türküsüz çıkılmaz.” derken de yol arkadaşını işaret ediyor. “Kimse bana şu türkünün seslendiği gibi seslenmedi.” diyor ve bir türküye kaptırıyor gönlünü: “Yâr sineme vurdun kızgın dağları/ Viran koydun mor sümbüllü bağları / Hüseyn’im geçiyor gençlik çağları / Ya beni de götür ya sen de gitme”

     Son sözü kitabın ortasından söylüyor Hüseyin Akın: “Önce söz vardı diyormuş mukaddes kitap. Ben de önce musiki vardı diyorum.”

Şairin eleştiri ile imtihanı
     Taner Sarıtaş, eleştiri kültürü üzerine kaleme aldığı yazısında Hüseyin Cöntürk merkezli tespitlerde bulunuyor. Şu bir gerçek ki şairlerin şiir üzerine düşünmeleri, poetika merkezli bir duruş sergilemeleri şiirlerini de besleyecek bir tercihtir. Hüseyin Cöntürk’ü okumaksa olmazsa olmazı olmalıdır bir şairin.

     “Eleştirmeden önce yapılması gerekenler” diye bir soru işareti varsa akıllarda, Sarıtaş, Cöntürk’ü işaret ediyor. Bir esere hakkını vermek için Cöntürk tarzı bir bakış açısına ihtiyaç var. Bilimsel/nesnel eleştiri şiire de şaire de hakkını veren bir bakış açısıdır. Donanımlı bir bakış açısı için bu ilk şarttır.

     Sarıtaş önemli bir isme ve eserine gönderme yaparak özellikle kaynak eser noktasında aklında soru işareti olanlara bir yol göstermiş oluyor.

Şiar'da şairler geçidi
     Dergilerde şiirler her zaman kendine en rahat yer bulan türlerden. Şiirlerle nefes alır dergiler. Bir dergiye göz atarken genelde ilk önce şiirler göze çarpar. Bundaki en önemli pay, şiirin kabul görür havasının daima devam ediyor olmasıdır.

     Şiar dergisinin Ocak 2018’deki ilk sayısında (sayı 14) şiirler dikkat çekiyor. İbrahim Tenekeci, Bahtiyar Aslan, Serap Kadıoğlu, Orhan Tepebaş, Yağız Gönüler, Mehmet Şamil 14. sayının şairlerinden bazıları. 

     İtibar dergisi dışında İbrahim Tenekeci şiiri ile bir dergide karşılaşmak çok da alışık olduğumuz bir durum değil. Bu karşılaşma ruha hoş gelen bir buluşma olarak kaydedildi bir köşeye.

     “Uzak Sayılmaz” şiirinde İbrahim Tenekeci bir dost selamı içtenliğiyle selamlıyor bizleri: “sulardan geçersin, gemiler gelir / boğulur kalırsın, hakkın aranır / biz onu bilmeyiz, deniz hukuku /dağlardan yanayız, uzak sayılmaz /dostlarla birlikte gitmiştik kaç kez / berhudar oluyor insan orada”

     Yağız Gönüler hayata sorgulayıcı bir gözle bakan bir şair. Bu sadece şiirinde değil; nesrinde, hayatı yorumlayışında da aynı. “Travmalar, Açık yaralar, Anlar” şiirinde Gönüler insanın duruşunu hizaya çeken bir üslupla sesleniyor dünyaya: “Haksızlığı gördün ve sır bildin / Çünkü her şey yazıyor kitapta / Zaman bitti tarihin sonu bilinç bitik / Burnun koca bir problemi kokluyor / Gel çözelim artık: insan muhteşemdir / Sen de muhteşemsin, iyi bildim”

Hüseyin Karaca ile hasbihal
     Derginin bu ayki söyleşisi Hüseyin Karaca ile yapılmış. Edebiyat ile olan yolculuğuna nasıl başladığını anlatıyor Karaca. Lisede çıkardığı ilk fanzinden başlayıp daha sonra Kültür Dünyası, Ünlem, Yansıma dergilerini sıralıyor.

     Kitap hazırlıklarından, Melamet’in kısa süren yolculuğundan, öykü editörlüğünün serencamından bahsediyor Karaca. Serap Kadıoğlu’nun ufuk açıcı soruları ile keyifli bir sohbet okuyacak Şiar okuyucuları.

Gerçeğe dönmeye ihtiyacımız var
    Şiar’dan son paylaşımım Yasemin Yaşar’a ait. “Gerçeğe Dönmek” adlı yazısında Yaşar, hepimizin içinde bir ukde gibi duran hakikat yolunu işaret ediyor. “Gerçeğe dönmek zorundayız. Fikrimizi çaldıran biziz!” diyor Yasemin Yaşar. Yazıda vurgu, fikrimizin çalınmasında. Yani değişen algılarda, elimizden kayıp giden değerlerde.

     İçi doldurulamayan muhafazakârlık, başörtüsünün ehil olmayan ellerde yıpratılan ruhu, ayrıştırılan Müslümanlık gibi daha birçok konu var yazıda işlenen. Ümmet olmak, mümince yaşamak ancak kazandıracak bize. Son söz Yasemin Yaşar’dan: “Düzenlenen sosyal yardım projeleri altında saraylarda boy göstermek bizleri kurtarıcı olamaz. En azından buna inanın.”DÜNYA BİZİM
 

 

Galeri