Dergi Detay

Dergi Resmi

Olağan Hikaye (8. Sayı)

Yoldaki Taşları Kaldırmak

Kendi zihnimizle ve ellerimizle/tekniğimizle inşa ettiğimiz
mekânlar karşısında çaresiz, aciz kalışımız ve şikâyetlenmelerimiz
200 yıldır belki bir kütüphaneyi dolduracak denli çalışmalara
konu olmuştur. Bu yakınmanın oluşturduğu külliyatın üzerine bir
taş da biz koyalım istedik. Bu tam da şikâyet ettiğimiz kentleşmenin
ruhuna uygun ironik bir tavır değil mi? Kent üzerine düşünüyoruz,
kentler bizi bunaltıyor ama bırakalım toplumsal seferberlikte
bulunmayı ferdi olarak bile bunu düzeltecek bir bedel
ödemeyi göze alamıyoruz. Samimi olmak gerekirse yaptığımız
şey kalabalık bir otobüse binen son kişinin kendinden sonraki kişiyi
içeri almaması için şoföre “ Şoför bey daha nereye kadar dolduracaksınız?”
demesine benziyor (mu?). Burada bir kısır döngünün
içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Mazhar, Fuat, Özkan
üçlüsünün “mecburen” nakaratlı şarkısı imdadımıza yetişiyor.
Şimdi asıl tavrımıza dönelim. Gayemiz yapının üzerine bir taş
koymak değil elimizden geldiği kadarıyla yoldaki bir taşı kaldırıp
kenara atmaya çalışmaktır. Dedem gözümün önüne geliyor. İki
büklüm camiye giderken bastonuyla yolda gördüğü taşları yolun
kenarına iterdi. Mal emniyeti, can emniyeti hatta neslin emniyeti
için var olan/olması gereken genel ahlakın bir yansımasıdır bu
tavır. Bizler içinde bulunduğumuz yapılarla, durumlarla imtihan
olmak durumundayız ve ne yazık ki bu içinde yaşadığımız yapıların
zihniyet temelleri bizim tarafımızdan atılmadı. Herhâlde
akıl sağlığını korumaya çalışmak, mal emniyeti üzerine düşünmek,
can güvenliği üzerine kafa yormak, sonraki nesillerin içinde
bulunduğumuz yapılarda esenlik içinde bir hayat sürmesi için
gayret etmek her dönemde asli görevimiz. Bu hususlardan bin yıl
önce tarım toplumunda da mükelleftik, bugün içinde yaşadığımız
kentlerde de mükellefiz.
Yapmak istediğim modern kenti kuran zihniyet temelleriyle bir
uzlaşma sağlamak değil tam aksine sorumluluklarımızı hatırlamak.
Pekâlâ Simmel’in dediği gibi kentler insan için daha ayartıcı
olabilir, pekâlâ bu kent Faust’ta üzerinde durulduğu gibi ruhunu
şeytana satmış olabilir. Biz her daim sorumluluklarımızı ve kötülüğün
olduğu dünyada belki ondan daha fazla iyiliğin olduğunu
hatırlamaya, hatırlatmaya devam etmeliyiz çünkü iyiliğin aslî
kötülüğün ise arızî olduğunu düşünüyoruz. Üzerimize düşen,
iyiliklerden haberdar edip mümkün olduğu kadar kötülüklere
engel olmaya çalışmaktır. Bu gaye etrafında sayımızı hazırladık.
Özenle seçilmiş hikâyelerimiz, hikâyenin teorik çerçevesine dair
düşünüşlerimiz ve kentin insanla ilişkisini sorguladığımız dosya
konumuzla sizlerleyiz. Keyifli okumalar dileriz.