AHMET CEVDET PAŞA

AHMET CEVDET PAŞA

26/05/2025

          “Medresede derse girmek, meydan-ı harpte cenge çıkmak gibidir. Yirmi dört saat çalışır, bir saat ders veririm.”

          19. yüzyılın ünlü Türk âlimi ve devlet adamı, meşhur ‘Tarih-i Cevdet’in müellifi Ahmet Cevdet Paşa’yı vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve saygıyla yâd ediyoruz.

          Ekrem ERDEM
          Genel Başkan

 

          AHMET CEVDET PAŞA (1823-1895)

          Kendi ifadesine göre hicrî 1238 yılı hıdrellezinden kırk gün önce (13-14 Receb 1238 / 26-27 Mart 1823) Bulgaristan’ın Lofça kasabasında doğdu. Asıl adı Ahmed olup Cevdet mahlasını İstanbul’da öğrenim gördüğü sırada şair Süleyman Fehîm Efendi’den almıştır (1843). Babası Lofça ileri gelenlerinden ve meclis âzasından “Istabl-ı Âmire pâyelisi” Hacı İsmâil Ağa, annesi yine Lofçalı Topuzoğlu hânedanından Ayşe Sümbül Hanım’dır. Bizzat kendisi, atalarından Kırkkiliseli (Kırklareli) Yularkıran Ahmed Ağa’nın Prut Savaşı’na (1711) katıldıktan sonra memleketine geri dönmeyerek Lofça’ya yerleştiğini ve zamanla Lofça’nın eşrafı arasına giren ailenin Yularkıranoğulları adıyla şöhret kazandığını söyler.

          Küçük yaşta büyükbabası Hacı Ali Efendi’nin teşviki ve desteğiyle Lofça müftüsü Hâfız Ömer Efendi’den Arapça okuyarak öğrenim hayatına başlayan Ahmed, kısa zamanda İslâmî ilimlerle ilgili kitapları okuyacak derecede ilerleme gösterdi. Ardından kadı nâibi Hacı Eşref Efendi ve müftü Hâfız Mehmed Efendi’den çeşitli dersler aldı. Öğrenimini daha da ileri seviyeye götürmek için 1255 (1839) yılı başlarında büyükbabası tarafından İstanbul’a gönderildi. Burada kısa sürede ilmî muhitlerde kendini gösterdi; devrin meşhur âlimleri Hâfız Seyyid Efendi, Doyranlı Mehmed Efendi, Vidinli Mustafa EfendiKara Halil Efendi ve Birgivî Hoca Şâkir Efendi’nin derslerine devam etti. Ayrıca Miralay Nûri Bey ve Müneccimbaşı Osman Sâbit Efendi’den hesap, cebir, hendese gibi dersler gördü. Bir yandan tahsilini ilerletirken öte yandan ders vermek üzere bazı hocalardan icâzet aldı. Bu arada ilmî ve edebî cemiyetlere de girdi; devam ettiği İstanbul Çarşamba’daki Murad Molla Tekkesi’nin şeyhi Mehmed Murad Efendi’den Mes̱nevî okuyarak Farsça bilgisini derinleştirdi ve kendisine mesnevîhanlık icâzeti verildi. Ayrıca Süleyman Fehîm Efendi’nin Karagümrük’teki konağına devam edip ondan Şevket-i Buhârî ve Örfî-i Şîrâzî divanlarını okudu; bir yandan da devrin tanınmış mutasavvıflarından Kuşadalı İbrâhim Efendi’nin sohbetlerine katıldı. Bu muhitlerde tasavvuf ve edebiyatın belli başlı eserlerini okuyarak bilgisini ve kültürünü ilerlettiği gibi şiir ve edebiyat alanındaki eksikliklerini tamamlayıp edebî zevkini geliştirme imkânını buldu. Aynı yıllarda Sâmî ve Nef‘î’yi taklit ederek şiire, Veysî ve Okçuzâde’yi örnek alarak inşâya heves etti. Bu hevesle Reşid Paşa ve kapı yoldaşlarının şiirlerine tahmîsler ve nazîreler söyledi. Fuad Paşa ile ortak gazeller yazdı ve Reşid Paşa’ya bazı kasideler sundu. Kendi ifadesine göre okuyup yazabilecek seviyede Arapça ve Farsça, anlayabilecek ölçüde Fransızca ve Bulgarca biliyordu. Ahmed Cevdet’in büyük bir ilim ve fikir adamı olarak yetişmesinde özel gayretlerinin önemli ölçüde tesiri olmuştur. Nitekim öğrenimi sırasında tatil zamanlarında bile sürekli kitap okuduğunu, sadece bayram günlerinde tatil yaptığını bizzat kendisi söylemektedir.

          Öğrenim hayatından sonra devlet hizmetine, Ocak 1844’te Rumeli kazaskerliğine bağlı Premedi kazası kadılığı ile başladı. 29 Haziran 1845 tarihinde İstanbul müderrisliği ruûsunu aldı. 1848’de Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın bir tâlimatını bildirmek üzere Bükreş’te bulunan Keçecizâde Fuad Paşa’nın yanına gönderildi. 10 Nisan 1849’da “hareket-i hâriç” rütbesini aldı. 14 Ağustos 1850 tarihinde Meclis-i Maârif-i Umûmiyye âzalığı ve dârülmuallimîn müdürlüğüne tayin edildi. Bu arada İstanbul’a dönen Fuad Efendi ile birlikte Bursa’ya gitti ve orada kaldığı kısa süre içinde onunla birlikte Kavâid-i Osmâniyye adlı kitabı ve Şirket-i Hayriyye’nin kuruluş nizamnâmesini hazırladı. İstanbul’a döndükten sonra 1851’de Encümen-i Dâniş üyeliğine seçildi. Yeniden kaleme aldığı Kavâid-i Osmâniyye’yi encümenin ilk eseri olarak Abdülmecid’e sundu. Bunun üzerine derecesi “hareket-i altmışlı”ya yükseltildi. Ekim 1853 tarihli bir mazbata ile 1774-1826 devresi Osmanlı tarihini yazmakla görevlendirildi. Eserinin ilk üç cildini tamamlayıp padişaha takdim edince kendisine “mûsıle-i Süleymâniyye” derecesi verildi. Şubat 1855’te vak‘anüvis tayin edildi. Bu görevi sırasında bir yandan tarihinin devamını yazarken bir yandan da geleneğe uyarak zamanın siyasî olaylarını anlatan Tezâkir-i Cevdet’i kaleme aldı. Vak‘anüvislik görevini 1865 yılına kadar yürüttü.

          Devlet kademelerindeki bu yükselmenin yanı sıra ilmiye mesleğinde de ilerleyerek 9 Ocak 1856’da mevleviyet derecesindeki Galata kadılığına getirildi; aynı yılın 9 Aralığında Mekke-i Mükerreme kadılığı, 21 Ocak 1861’de de İstanbul kadılığı pâyelerini aldı. 18 Mayıs 1861 tarihinde Rumeli teftişine çıkan Sadrazam Kıbrıslı Mehmed Paşa’ya refakat ettikten kısa bir süre sonra İşkodra’da meydana gelen isyanı bastırmak üzere “me’mûriyyet-i fevkalâde” ile görevlendirildi. İki ayda bu vazifesini başarıyla tamamladı. 1863’te Bosna eyaletini teftiş göreviyle ilgili hazırlıklarını yaparken 24 Haziran 1863 tarihinde Anadolu kazaskerliği pâyesine ulaştı. Bir buçuk yıl içinde Bosna’da gerekli ıslahatı gerçekleştirip masrafı bölge halkı tarafından karşılanmak üzere iki alay asker tanzimine de muvaffak oldu. Bu başarıları dolayısıyla o zamana kadar hiçbir ilmiye mensubuna verilmemiş olan ikinci rütbeden “nişân-ı Osmânî” ile mükâfatlandırıldı. Haziran 1864’te Kozan tarafına gönderildi. Derviş Paşa ile birlikte Fırka-i Islâhiyye’yi oluşturup Cebelibereket, Çukurova ve Kozan dağlarını dolaştı, altı ay içinde gerekli ıslahatı yaptı. Ancak onun bu başarıları kendisini çekemeyenlerin harekete geçmesine yol açtı; hatta şeyhülislâmlığa getirilecekken ilmiye sınıfından mülkiyeye nakline karar çıkarıldı ve 13 Ocak 1866’da kazaskerlik pâyesi vezârete çevrildi. “Efendi”likten alınıp “paşa”lığa geçirilmesi şeklindeki bu sınıf değişikliğinin onu gücendirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim memurların hal tercümelerinin kaydedildiği Sicill-i Ahlâk’ta (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Cevdet Paşa Evrakı, nr. 47) kendisine yapılan bu haksızlık karşısında duyduğu üzüntüyü ifade etmektedir.

          Ahmed Cevdet Paşa bundan sonra Maraş, Urfa, Zor sancakları ve Adana eyaletinin birleştirilmesiyle oluşturulan Halep valiliğine tayin edildi; iki yıl süren bu görevi sırasında yeni valiliğin teşkilâtlanmasını gerçekleştirdi. 1868’de kendisine, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye’nin ikiye ayrılmasıyla teşkil edilen Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye başkanlığı verildi. Divanın nezârete çevrilmesi üzerine Adliye nâzırı oldu ve bu dönemde nizamî mahkemeler teşkilâtını kurarak bununla ilgili kanun ve nizamnâmeleri hazırladı.

          Cevdet Paşa’ya şöhret kazandıran gelişmelerden biri de onun tarafından ortaya atılan, Hanefî fıkhına dayalı bir kanun kitabının hazırlanması gerektiği düşüncesidir. Nitekim bu düşüncesi kabul edilerek Bâbıâli’de teşkil edilen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti’nin reisliğine getirildi. Devrin önde gelen fıkıh âlimlerinin de yer aldığı bu cemiyet Mecelle’nin ilk dört kitabını yayımlamaya muvaffak oldu. Beşinci kitabın hazırlığı biterken Cevdet Paşa reislikten azledilerek Bursa valiliğine tayin edildiyse de birkaç gün sonra bu görevinden de alındı (1870). Bu arada cemiyet başkanlığına Gerdankıran Ömer Hulûsi Efendi getirildi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti de Bâb-ı Meşîhat’a nakledildi. Ancak cemiyetin “Kitâbü’l-Vedîa” adıyla çıkardığı altıncı kitabın büyük tenkitlere uğraması üzerine 24 Ağustos 1871’de Cevdet Paşa’ya yeniden Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti ile Şûrâ-yı Devlet Tanzimat Dairesi başkanlıkları verildi. Mecelle’nin sekizinci kitabı hazırlandığı sırada Maraş valiliğine tayin edildiyse de on sekiz gün sonra bu defa Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye üyeliği ve Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye Cemiyeti başkanlığına tayin edilerek tekrar İstanbul’a alındı (6 Ağustos 1872). Kısa bir süre sonra Şûrâ-yı Devlet üyesi, ardından da Evkaf nâzırı oldu (1873). Aynı yılın ortalarına doğru Maarif nâzırlığına getirildi. Nâzırlığı zamanında ilkokullardan yüksek okullara kadar her seviyede ders programları yapıldı, yeni bir elifbâ cüzü hazırlanarak bastırıldı. Nuruosmaniye Camii avlusunda modern usullere göre “ibtidâiyye” adıyla bir ilkokul açıldı. Dârülmuallimîn teşkilâtı sıbyanrüşdiye ve idâdî olmak üzere üç dereceye ayrılarak yeniden düzenlendi. Kendisi de Kavâid-i TürkiyyeMi‘yâr-ı Sedâd ve Âdâb-ı Sedâd adını taşıyan üç okul kitabı yazdı. Kısas-ı Enbiyâ adlı eserinin üç cüzünü de bu arada tamamlayarak bastırdı.

          1874’te Şûrâ-yı Devlet başkan vekilliğine getirilen Cevdet Paşa, Mecelle’nin on ikinci kitabını da hazırlatmıştı. 2 Kasım 1874 tarihinde Yanya valiliğine, 1875’te de önce Maarif nâzırlığı ve kısa bir süre sonra da Adliye nâzırlığına getirildi. Bu sonuncu görevi sırasında Ticaret Nezâreti bünyesindeki ticaret mahkemelerini Adliye Nezâreti’ne bağladı. Bu arada Bulgaristan’da görülen isyan belirtileri üzerine 1876’da Rumeli teftişiyle görevlendirildi; Edirne ve Filibe yoluyla Sofya’ya gitti; döndüğünde nâzırlıktan azledilip Suriye valiliğine tayin edildiyse de daha Suriye’ye varıp görevine başlamadan üçüncü defa Maarif nâzırlığına getirildi. Bir müddet sonra yeniden Adliye nâzırlığına tayin edildi. Bu sırada on altıncı kitabı da bastırarak Mecelle’yi tamamladı. İbrâhim Edhem Paşa sadrazam olunca 1877 yılında Dahiliye nâzırlığına getirildi. Nâzırlığı sırasında mülkiye memurlarının hal tercümelerinin kaydedildiği Sicill-i Ahvâl Defteri’ni tanzim ettirdi. Aynı yıl içinde Evkaf nâzırlığına naklen tayin edildi. 1878’de Suriye valisi olarak Şam’a gitti. Bu arada Kozan’da Kozanoğlu Ahmed Paşa tarafından çıkarılan isyanı bastırmakla görevlendirildi. Ancak isyanın bastırılması sırasında Şam valiliğine Midhat Paşa’nın tayin edilmesi üzerine açıkta kaldı ve görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndü. Yolda Ticaret nâzırlığına tayin edildiği haberini aldı. Tunuslu Hayreddin Paşa’nın sadâretten istifası üzerine, Ârifî Ahmed Paşa sadârete getirilinceye (9 Şâban 1296 / 29 Temmuz 1879) kadar on gün müddetle sadrazamlığı vekâleten yürüttü ve Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’ya başkanlık yaptı. Said Paşa başvekil olunca tekrar Adliye nâzırlığına getirildi. Bu defaki Adliye nâzırlığı sırasında 26 Haziran 1880’de açılan Mekteb-i Hukuk’ta usûl-i muhâkeme-i hukūkıyye, belâgat-ı Osmâniyye ve ta‘lîm-i hitâbet derslerini verdi. Ahmed Vefik Paşa’nın başvekil olması üzerine 30 Kasım 1882’de Adliye nâzırlığından ayrıldı ve üç buçuk yıl resmî görevlerden uzak kaldı. Bu sırada tarihini tamamladı, Kavâid-i Osmâniyye’nin eksiklerini ikmal etti.

          Cevdet Paşa son olarak Server Paşa’nın vefatı üzerine 11 Haziran 1886 tarihinde beşinci defa Adliye nâzırlığına getirildi. Ancak Sadrazam Mehmed Kâmil Paşa ile aralarında çıkan anlaşmazlık sebebiyle bir süre sonra ayrılmak zorunda kaldı. 10 Mayıs 1890’da II. Abdülhamid onu Meclis-i Âlî’ye tayin etti. Cevdet Paşa bundan sonraki hayatını ilmî çalışmalarına ve çocuklarına ayırdı. Kısa bir hastalıktan sonra 26 Mayıs 1895’te Bebek’teki yalısında vefat etti ve Fâtih Sultan Mehmed Türbesi hazîresine defnedildi.

          Eserleri: Târîh-i Cevdet, Ma‘rûzât, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, Kırım ve Kafkas Tarihçesi, Tercüme-i Mukaddime-i İbn Haldûn, Belâgat-ı Osmâniyye, Kavâid-i Osmâniyye, Medhal-i Kavâid (İstanbul 1268), Kavâid-i Türkiyye, Dîvân-ı Sâib Şerhi’nin Tetimmesi, Mi‘yâr-ı SedâdÂdâb-ı Sedâd fî ilmi’l-âdâb (İstanbul 1294), Beyânü’l-unvân (İstanbul 1273, 1289, 1299), Takvîmü’l-edvâr (İstanbul 1287, 1300), Mecmûa-i Ahmed Cevdet, Ḫulâṣatü’l-beyân fî teʾlîfi’l-Ḳurʾân (İstanbul 1303),  Mecmûa-i Aliye, Ma‘lûmât-ı Nâfia (İstanbul 1279), Hilye-i Saâdet (İstanbul 1304, 1305), Eser-i Ahd-i Hamîdî (İstanbul 1309), Cevdet Paşa’nın bazı eserlere yazdığı ta‘lîkātları da vardır. Ayrıca şiirlerini Sultan Abdülhamid’in isteği üzerine hayatının sonlarına doğru bir divanda toplamıştır. 

Galeri