ALİ ŞÎR NEVÂÎ
03/01/2024“Gerçekten bir insan iyi ve derin düşünse Türkçede bunca zenginlik dururken, bu dilde şiir söylemenin, hüner gösterenin daha yerinde ve kolay olacağını anlar.”
Tesiri Osmanlı edebiyatı sahasında da devam etmiş klasik Çağatay edebiyatının en büyük şairi; devlet adamı, Türkçe müdafisi Ali Şîr Nevâî’yi (ö. 906/1501) vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve saygıyla anıyoruz.
ALİ ŞÎR NEVÂÎ (ö. 906/1501)
Soyca bir Uygur kabilesinden gelen Ali Şîr Nevâî 17 Ramazan 844 (9 Şubat 1441) tarihinde Herat’ta doğdu. Babası Kiçkine Bahadır (Kiçkine Bahşı) Timur’un torunlarının hizmetinde bulunmuş, en sonra Bâbür Şah’ın sarayında da önemli bir mevki sahibi olmuştu. Annesinin dedesi Bû Said Çiçek ise Hüseyin Baykara’nın dedesi Baykara Mirza’nın uluğ beyi (beylerbeyi) idi. Şâhruh’un ölümüyle çıkan karışıklıklar üzerine Kiçkine Bahadır o sırada altı yaşlarında olan Ali Şîr’i yanına alarak Yezd üzerinden Irak’a gitti. Bu yolculuk sırasında Ẓafernâme müellifi Şerefeddin Ali Yezdî ile karşılaşan Ali Şîr, aralarında geçen konuşmayı daha sonra Mecâlisü’n-nefâis adlı eserinde anlatmıştır (İÜ Ktp., TY, nr. 841, s. 190-200).
Horasan’da karışıklığın sona ermesiyle Kiçkine Bahadır tekrar Horasan’a döndü (1452). Arada geçen süre zarfında kendisi Bâbür’ün hizmetine girdiği gibi oğlunu da onun himayesine verdi. Hüseyin Baykara’yı da himaye eden Bâbür Han, Ali Şîr’le olan münasebetini babasının ölümünden sonra da kesmemiş, Meşhed’e giderken hem Hüseyin’i hem de Ali Şîr’i beraberinde götürmüştü (1456). Bâbür 1457’de Meşhed’de ölünce Hüseyin Merv’e döndü. Ali Şîr ise Meşhed’de kalarak tahsiline devam etti. Bâbür’ün ölümü ile hâmisiz kalan Ali Şîr, Timurlular’ın kuşçu emîrlerinden Seyyid Hasan Erdeşîr’den yardım ve ilgi gördü.
Ali Şîr Meşhed’de İmam Rızâ Medresesi’nde okurken pek çok İranlı âlim ve şairle tanışmış, birçoğundan da ders almıştır. Bunlar arasında Kemal Türbetî ve Arap aruzunun üstadı sayılan Derviş Mansûr da vardı. 1464’te Meşhed’den Herat’a gelen Ali Şîr, burada Ebû Said Mirza’nın hizmetine girdiyse de ondan ilgi göremeyince Semerkant’a gitti ve Hâce Celâleddin Fazlullah Ebü’l-Leysî’nin medresesine devam etti. Arkadaşı Hüseyin Baykara’nın tahta geçmesine kadar da Semerkant’ta kaldı.
Ebû Said Mirza’nın 1469’da Irak Seferi’ne çıkışını fırsat bilen Sultan Hüseyin Horasan’a yürüdü; babasının yokluğu sırasında Semerkant’ı idare eden Ahmed Mirza da bu haber üzerine ordusu ile Horasan’a gitmek zorunda kaldı. Ahmed Mirza’nın ordusunda Ali Şîr de bulunuyordu. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın Ebû Said’i öldürdüğü haberinin gelmesi üzerine Sultan Hüseyin Herat’ı alarak tahta çıktı (Ramazan 873 / Mart 1469) ve arkadaşı Ali Şîr’i de yanına çağırdı. Herat’ın alınışından bir ay kadar sonra buraya gelen Ali Şîr, Sultan Hüseyin’e ünlü “Hilâliyye” kasidesini sundu. Bu tarihten sonra devlet işleriyle de ilgilenmeye başladı ve ölünceye kadar sadakatle ona hizmet etti. Bağlılığının bir belirtisi olarak Mecâlisü’n-nefâis adlı tezkiresinin sekizinci bölümünü bütünüyle ona ayırdı. Diğer eserlerinde de Hüseyin Baykara’dan bahseden Ali Şîr, eserlerinin bir kısmını onun adına yazmıştır.
Hüseyin Baykara eski arkadaşını kendine nişancı olarak tayin etmişse de devlet işlerinden pek hoşlanmayan Ali Şîr bir süre sonra bu görevi Nizâmeddin Süheylî’ye bırakmıştır. Ali Şîr, Hüseyin Baykara tarafından Muhammed Yâdigâr Mirza’ya karşı açılan sefere katıldı (1470) ve taht üzerinde hak iddia eden bu şehzadeyi bizzat yakalayarak hükümdara teslim etti. Bir süre sultanın divan beyi ve nedimi oldu. Hükümdardan sonra idarede söz ve en büyük nüfuz onundu. Mührünü evrakın üstüne basacağı yerde altına basmış olmasıyla bu usul daha sonra resmî âdet haline gelmiştir. Devlet idaresinde Hüseyin Baykara’nın yanında sahip olduğu mevki ve nüfuza rağmen idarî işlerden uzak kalmak istiyordu. Kendisini çekemeyen bazı kimselerin aleyhinde çalışmalarına bakmayıp yine de çeşitli görevlerde bulundu. Kardeşi Derviş Ali’nin isyanı ile çok sevdiği Seyyid Hasan Erdeşîr’in ölümüne (1489) çok üzüldü; bunun üzerine 1490 yılında divan beyliği görevinden ayrılarak sadece sultanın nedimi olarak hizmetini sürdürmeye başladı. Nevâî’ye büyük bir saygı duyan Hüseyin Baykara bir fermanla herkesin şaire hürmet etmesini emretti (1490). Birkaç yıl sonra yakın dostu mutasavvıf-şair Câmî’nin ölümü de (898/1492) onu derinden etkileyen bir başka hadise oldu. Hamsetü’l-mütehayyirîn adlı eseri bu yıllardaki duygularının mahsulüdür.
Bazı saray entrikaları sonucunda Hüseyin Baykara’nın oğlu Bedîüzzaman ile arasının açılması ve bundan olma torunu Mirza Mehmed Mü’min’in yanlış bir fermanla öldürülmesi, daha sonra bu olayı hazırlayan vezir Nizâmülmülk’ün idam edilmesi, hem hükümdarı, hem de Nevâî’yi çok sarstı. Bu hadiselerde meselelerin halli daima ona düşmüştü. Fakat o bu saltanat mücadeleleri arasında bile Lisânü’t-tayr (903/1498), Muhâkemetü’l-lugateyn (904/1499), Sirâcü’l-müslimîn (904/1499) ve Mahbûbü’l-kulûb (905/1500) adlı eserlerini kaleme almaktan geri kalmadı. Bu sırada sağlığı bozuldu, 31 Aralık 1500’de Hüseyin Baykara’yı Esterâbâd dönüşünde karşılarken el öptüğü sırada yere yıkıldı. Herat’a getirildikten üç gün sonra 13 Cemâziyelâhir 906’da (3 Ocak 1501) öldü. Kudsiyye Camii yanında kendisinin yaptırdığı türbeye defnedildi.
Ali Şîr Nevâî manzum ve mensur eserleriyle sadece Çağatay edebiyatının değil bütün Türk edebiyatının önde gelen simalarındandır. Türkçe eserlerinde Nevâî ve Farsça şiirlerinde Fânî olmak üzere iki mahlası vardır. Ali Şîr’e tesir edenlerin başında İran’ın büyük mutasavvıflarından Abdurrahman-ı Câmî gelmektedir. Câmî’ye olan hayranlığı ve fikirlerine duyduğu hürmet onun Câmî’nin mensup olduğu Nakşibendiyye tarikatına girmesine sebep oldu. Bunların dışında Attâr, Hüsrev-i Dihlevî ve Nizâmî ona tesir eden belli başlı şairler arasında sayılabilir. Şiire Farsça ile başlayan Ali Şîr daha on beş yaşlarında iken kendini şair olarak tanıtmayı başarmıştır. Sonraları Türkçe de yazmaya başlamış ve bu yüzden “zü’l-lisâneyn” diye tanınmıştır.
Nevâî’nin Orta Asya Türk dili ve edebiyatının gelişmesinde büyük tesiri olmuştur. Bundan dolayı Çağatayca’ya “Nevâî dili” denmiştir. Eserleri Türkistan’dan başka, Âzerî ve Anadolu sahasında da okunan Ali Şîr Nevâî’yi Osmanlı şairleri üstat tanımışlar, şiirlerine XV. yüzyıldan bu yana çeşitli nazîreler yazmışlardır. Ali Şîr, divan şiirine Türk hayatından gelen millî ve mahallî unsurlar kazandırmıştır.
Eserleri. Divanlar. A) 1. Bedâyiu’l-bidâye. 2. Nevâdirü’n-nihâye. B) 1. Garâibü’s-sıgar. 2. Nevâdirü’ş-şebâb. 3. Bedâyiu’l-vasat. 4. Fevâidü’l-kiber. C) Hazâinü’l-meânî. Farsça Dîvân.
Mesneviler. 1. Hayretü’l-ebrâr. 2. Ferhâd ü Şîrîn. 3. Leylâ vü Mecnûn. 4. Seb‘a-i Seyyâre. 5. Sedd-i İskenderî. 6. Lisânü’t-tayr.
Tezkireler, Hal Tercümeleri-Hâtıralar. 1. Nesâyimü’l-mehabbe min şemâyimi’l-fütüvve. 2. Mecâlisü’n-nefâis. 3. Hamsetü’l-mütehayyirîn. 4. Hâlât-ı Seyyid Hasan Erdeşîr Big. 5. Hâlât-ı Pehlevân Muhammed.
Dinî Eserleri. 1. Çihl Hadîs. 2. Sirâcü’l-müslimîn (905/1500). 3. Münâcât.
Diğer Eserleri. 1. Muhâkemetü’l-lugateyn (905/1500). 2. Mîzânü’l-evzân (898/1492’den sonra). 3. Mahbûbü’l-kulûb (906/1500-1501). 4. Münşeât (897/1492’den sonra). 5. Vakfiyye (886/1481). 6. Nazmü’l-cevâhir (890/1485). 7. Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ (890/1485’ten sonra). 8. Târîḫ-i Mülûk-i ʿAcem (890/1485’ten sonra).
Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi