Dil ve Edebiyat (129. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Talebe, Muallim Arar mı?
Üzeyir İlbak
Yeni bir eğitim-öğretim yılının başındayız. Temenniler çağında yeni bir
temenni ile rahatlama yerine zaman zaman yaptığımız gibi eğitim-öğretime
dair endişe ve önerilerimizi yazmayı da ihmal etmemek şartıyla;
yeni eğitim-öğretim yılının öğretmen, öğrenci ve ailelerimiz için hayırlı
ve başarılı geçmesini dilerim.
Bizim coğrafyada eğitim tartışmalarının tarihi epey eskilere dayanır. Lale
Devrinden başlayan tartışmalar, Tanzimat ve sonrasında da devam eder. Ziya
Paşa’nın Russo'nun (Rousseau) Emil'ini (Emile) Türkçeye tercüme etmesi ve bu
kitaba Osmanlı eğitim sistemini tenkit eden kapsamlı bir mukaddeme yazması,
eğitim konusundaki tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. Meşrutiyetler devrinde
misyoner okullarının ve Batı eğitim-kültür sistemine yaslanan yabancı okulların
açılmasına izin verilmesi eğitim öğretim sisteminin iyileştirilmesine, ülke menfaatleri
doğrultusunda geliştirilmesine ortam hazırlayamadı. Taklide dayanan ve
Batı dünyasına gönüllü misyoner yetiştiren bir sistem yürürlüğe girdi.
Cumhuriyet’in fikir babalarından Ziya Gökalp’in uyanış devrinin eğitimcisi olarak
tanımladığı Tevfik Fikret, “yeni eğitim” diye tarif ettiği bir model önerisinde
bulunur; ancak bu da yeni değildir. Misyoner okullarından farklı olarak insanı
merkeze alan ve Türkçe ile birlikte eğitim dili olarak İngilizce öneren bir sistemdir.
Ona göre eğitim akla ve gönle nüfuz etmeli, milli ve insani değerlerden beslenmeli
ve yeniliklere açık olmalıdır. Öğrenciler yaşadıkları devrin ihtiyaçlarına cevap verecek
bilgi ve güçlü bir iradeye sahip olmalı ve özgüveni yüksek, karakterli kişiler
olmalıdırlar. Eğitim sistemi ahlaki değerleri öncelikle inşa etmeli ve insanın aklını
kullanarak tabiatın farkına varmasını sağlamalıdır. Eğitim, insanı bu yönde geliştirmiyorsa
bir başarıdan söz edilemez.
Eğitim süreçleri insanda utanma duygusunun gelişmesine imkân sağlamalıdır.
Saygı ve nezaket, utanma hissi insanî niteliklerdir ve asla göz ardı edilmemelidir.
Okullarda verilecek ahlaki eğitim, öğrencide şahsiyet, haysiyet/ saygınlık ve onur
duygusunu geliştirmeli, öğrenci yetişkin bir insan olduğunda “kendi kendini yönetebilme”
kudretinde olmasını sağlamalıdır.
Fikret’in bu görüşlerini Haluk’un Defteri ve Şermin’de görmek mümkündür; ancak
birileri Haluk’un tercihleri üzerinden yeniden retorik üretebilir. Bu tartışmayı
gereksiz bulduğumuzu defalarca yazdığımız için yeniden açmaya gerek görmüyoruz.
Akif’in Asım’ını Haluk’la aynı sıraya oturtup yeniden yorumlamalıyız.
Biz ahlak eğitimini, onurlu-dürüst insan modelini, insan onuru ve saygınlığını
(izzet-i nefs) hayata geçirecek eğitim modelini terk ettik. İdeolojik, slogancı,
ötekileştirici, tahkir edici, bencil insan tipine yatırım yaptık. Bilim ve bilgi yerine
teknolojiyi kullanan, sonuç odaklı eğitim biçimini tercih ettik. Acilen yapılması gereken
iş, fıtratımızda olan dürüstlük, saygınlık, soran, sorgulayan, cevap arayan ve
cevaplayan insanı yetiştirmeye yeniden dönmektir. Eğitimde temel mesele, çocuğun
ruhuna ve onuruna hitap etmek, ondaki temel dinamikleri harekete geçirmek
ve onu yaşayacağı karmaşık zor zamanlara hazırlamaktır. Eğitim bir diplomadan
daha fazla şeydir. Eğitim sağlam ahlâkî kişiliğe sahip, iradesi güçlü, adalet duygusu
gelişmiş, donanımlı, uzlaşmacı, çözüm üreten, meslek sahibi, erdemli ve akılını
kullanan insan yetiştirmeye yöneldiğinde daha umutlu olabiliriz.
16. yüzyılda yaşamış Mustafa Âlî’nin “Mescid ü mektebi ko, âdem yap [insan
yetiştir]!/ Kabe yapmakçadur âdem yapmak /Taş, ağaç kaydı ne lazım şâhum/
Yaraşur şâhlara âlem yapmak [Toplum inşa etmek ve yetiştirmek].
Kültür ve medeniyet tarihimiz boyunca şiir; kültürün, eğitimin, nüktenin, nezaketin,
saygının, övgünün/hicvin, eleştirinin birincil dili olmuştur. Tarihimizde eğitim
amaçlı yabancı dil, gramer, mantık, hatta kimya kitapları manzume şeklinde
yazılmıştır. Sergüzeştler ve şehrengizler de göz ardı edilmemelidir. Ahlak risaleleri
ve toplum fertlerinin birlikte yaşamalarına dair yazılmış metinler de az değil. Bugünkü
müfredatta kültür ve medeniyet tarihimiz eğitim süreçlerinde neredeyse
yoktur. Edebiyat dersleri çoktan seçmeli test anlayışıyla yapılan imtihanlardan
dolayı nesilleri kelimesiz bir sükuta sürüklemektedir. Geleneksel şiir birikimimiz
kitaplarda yer almamaktadır. Akif, Fikret, Namık Kemal’i bir kenara bırakın; Reşat
Nuri, Refik Halit ve Falih Rıfkı bile sadeleştirilmeden [Türkçeden, Türkçeye tercüme
edilmeden(?)] okunamıyor.
Yeni eğitim-öğretim yılında eğitim camiası Gökalp’in, Türkiye’deki eğitim-öğretim-
toplum-kültür ilişkileri konusunda yazdıklarına yeniden bakmak zorundadır.
Başta Muallim mecmuası olmak üzere farklı dergilerde yayınlanan “Tuba Ağacı
Nazariyesi”, “Terbiyenin Gayesi”, “Maşeri Vicdan”, “Eğitimin Milli ve Gayrı Milli
Oluşu”, “Eğitimde Ceza ve Mükâfat” başlıklı makalelerine yeniden bakmalıdır. Yerli
bir bilim tasnifi yapılmalı, eğitim Türkiye’nin ihtiyaçları dikkate alınarak planlanmalıdır.
Diploma yerine meslek edinme bir amaç olarak öğrencilere benimsetilmelidir.
Bu konuda Alman eğitim sistemini örnek almak geleceğimizi inşada
önemli bir rehber olacaktır.
Son yıllarda din öğretimi göreceli olarak öne çıkarılmış izlenimi vermektedir;
ancak dinin doktriner ana metinleri göz ardı edilerek yapılan din eğitimi
dinden uzak, dindar bir topluluk üretiyor. Bu eğitim-öğretim biçimi, genç nesli
merdiven altı şekilci ve muhtevasız bir dindarlıkla kendini ifade etmeye yönlendiriyor
ve kültürel dindarlık, din yerine ikame ediliyor. Kurumsal olmayan
ve birincil kaynaklara dayanmayan dini eğitim toplumu, kaynağı üçüncü-dördüncü
nesil aktarımlara dayanan, önceki toplumların/kavimlerin kültürlerini
din yerine ikame eden dindarların ürettiği Hurufî-sufî hurafeler anlayışına
mahkûm eder. Bu durum toplumun değerler sistemini iki yüzlü bir dini anlayışla
ve kültürel bir dindarlıkla yüz yüze bırakır. Sahte kutsal kişilikleri çoğaltır
ve aklını kiraya veren çoklukta yok olan bir sürü psikolojisi ile mutlu olduğunu
sanan insan tipini çoğaltır.
Muallim, talebe ilişkisinin kavramsal anlamına nüfuz etmeden eğitim yeniden
biçimlendirilemez. Soru sordurmayan, eleştirmeyen, sorgulamayan, mukayese
yapmayan sadece diplomalı okur-yazar üreten bir eğitim sistemi ile
yarına umutla bakmak mümkün görünmüyor.
* * *
Son büyük dünya medeniyetinin inşa yolculuğu olan Hicret’inizi tebrik ederiz.