Dil ve Edebiyat (138. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
BAĞLILIK, MODERNİTE ve GELENEK
Üzeyir İlbak
Yaşadığımız zamanın baş döndürücü kesitinde coğrafyamızın ve medeniyetimizin
maruz bırakıldığı musibetlerle mücadele etmek için
eskilerin ifadesiyle nüfuz-u nazar sahibi olmak ve olup bitenleri bu
duyarlılıkla incelemek gerek. Meşakkatsiz edinilen servetle kullanılan
muktedir nüfuzu yerine mensubu olma ayrıcalığı ile övünmekten
geri durmadığımız medeniyetin kültür ve lisanını içselleştirerek tevazu ile insana
ve insanlığa yaklaşmak gerek. Tepeden inmeci züppelikle Batılılaşmanın dayattığı
zihni çoraklaşma sonucu medeniyetimizle aidiyet kuramama ve değerlerimize
yabancılaşma noktasına getirildik. Tanpınar’ın ifadesiyle “Tanzimat’tan sonraki
senelerde kaybettiğimiz (…) devam ve bütünlük fikri”nin yarattığı boşluk, bizi her
geçen gün daha büyük bir başka boşluğun içerisine sürüklemektedir.
Dilde yenileşme ve sadeleştirme çalışmaları dilimizi kısırlaştırmış ve değer
yüklü kelime-terim-kavramları hayatımızdan çıkarmıştır. Taşralaşmış çorak zihin,
modern lakırdılara teşne mûsikisiz ‘sözcüğe’ dikkat kesilmiş, muhayyilesi kurumuş
ve sükût sınırında sessizliğe mahkûm olmuştur. Sükûtun ardına nazar etme ve
sebep arama yerine gönül dünyasını da sağırlaştırarak gürültü, görüntü ve kalabalığa
tabi olmayı tercih etmiştir.
Medeniyetimizin tefekkür, tezekkür, tefehhüm imkânlarını yitirdik. Teemmül, sanat-
mimarî, edebiyat ve felsefe eserleri ile ilişki kuramıyor, okuyamıyor ve anlamıyoruz.
Bu kelimeleri anlamaktan mahrum bırakılmış bir neslin on beş asırlık yorumu
anlamasını ve yeni bir terkiple çağın diline hangi lisanla aktarmasını bekliyoruz?
Dünya yeni bir yenilenmenin eşiğindedir. Bu eşikte medeniyet iddiamızı sürdürme
iddiasındaysak öncelikle lisanımızı-dilimizi yeniden öğrenmek ve bilmek mecburiyetindeyiz.
Çünkü dil-lisan olmaksızın konuşamaz, anlayamaz ve aktaramayız.
Tevarüs eden kültür ve medeniyet birikimimizi analiz etmek ve yeni yorumlarla inşa
edeceğimiz terkibi nezaket ve saygı çerçevesinde insanlığa yeniden takdim etmek
için lisan denilen sihirli varlığa ihtiyaç var.
Medeniyet, aidiyet, mensubiyet, hissiyatı ve devamlılık iddiamızı sürdürmek istiyorsak
yitirdiğimiz lisanı bütün bu değerler abidesini ifade edecek boyuta getirmek
mecburiyetiyle karşı karşıyayız. Yitirdiğimiz büyülü kelimeleri sürgün edildikleri
“tuğla yığınlarına” dönüştürülen kütüphanelerden bulmak ve efsunlu bir dokunuşla
hayatlarımıza dahil etmekle yükümlüyüz. Hayatlarımıza katacağımız kelimelerle zihin
ve gönül temizliği yapıp; yeni bir terkiple yeni inşa çağına yürümeliyiz.
II.
Bağlılık ve itaat çağının özlemiyle yaşanan oruç ayını, dünyanın en büyük şehirlerinden
biri olan İstanbul’da sessiz bir gemide, sükût üzere koronavirüs ik-
liminin ağır havasıyla oluşan korku ve endişe arasında, inanmışlığın huzuruyla
yaşadık. İslam Tarihi’nin belki de kılınmayan ilk Bayram Namazlarına şahitlik ettik.
Dijital dünya nimetlerini yargısız ve eleştirisiz en çok kullanıldığımız ilk bayramdı.
Ebeveynlerimizle görüntülü konuşurken nasıl bir vakte evirildiğimizi düşündük
mü? Geleneğin kadim sembolü bayramın, modern zamanın araçları ile yüklendiği
anlam üzerine düşündük mü? Deryadil dostların dünyasına hangi iz düşümle yer
aldı bu modern ve aykırı zamanlar? İntisabıyla müftehir olduğumuz ümmetin gelecekteki
nesline teemmül ve tefekkürle not düşmek gerek.
Sezai Karakoç’un ifadesiyle “Geleceğe bir hazırlık gibi kutlayacağız. Kara bayramları
ak bayramlara çevirme umudu kaybolmasın diye kutlayacağız./ Sonra bir
gün, bayramları gerçeğine dönüştürmenin sırrını aramaya başlayacağız ve mutlaka
bulacağız. / Tabiatı yozlaştırılmaktan kurtarma gibi tarihi de hakikatine kavuşturma
savaşı o gün başlayacaktır.”
III.
Saygıdeğer Dil ve Edebiyat takipçileri,
Ömrünü inancına ve ideallerine adayan üstat Necip Fazıl Kısakürek’in vefatının
sene-i devriyesi 25 Mayıs’tı. “Her mısraı bir millete şeref vermeye yetecek
büyük şair”in “Vasiyet”ini yerine getirmek üzere “Son gün olmasın dostum, çelengim
top arabam;/Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam...” dediği “inanmış
üç dört adam”ın on binler çarpanı ile taşımıştık “maverâ”sının kapısına. “Ölenler
yeniden doğarmış; gerçek!/ Tabut değildir bu bir tahta kundak./Bu ağır hediye
kime gidecek./ Çakılır çakılmaz üstüne kapak?” diye tarif ettiği sarayında taşıdık
Fatih Camii’nden Eyüpsultan’daki istirahatgâhına. Rahmet ve dua ile.
TÂ MAVERÂDAN
Rüzgâr öyle esti, öyle esti ki,
Her şey uçup gitti, kaldı Yaradan.
Ayna düştü, hayal, perdelerdeki
Bir akiscik gibi çıktı aradan.
Sırtımı uykuda dürtüyor bir el;
Fırla yatağından koşar adım gel!
O bir minicik zar, kabuğunu del!
Seni çağıran var, tâ maverâdan!
Necip Fazıl Kısakürek
137. sayımızda yazar ve şairlerimizin isimlerini uzun bir aradan sonra yeniden
kapağa taşımaya karar verdik. Yazarlarımızdan Mehtap Altan’ın ismi sehven unutulmuş
ve kapakta yer almamıştır. Yazar arkadaşımızı üzmediğimiz temennisiyle
bu notu düşmek istedik.
138. sayımızın kapağı için Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Erzurum Şubesi
Yönetim Kurulu Üyesi Nihat Kılıçoğulları arkadaşımız Palandöken’i iki kez seyahat
ederek çektiği fotoğrafları gönderdi. Onun çabalarıyla belki de o çiçek ilk kez bir
dergi kapağında yer aldı. Teşekkür ederiz.
Ülkemiz insanlarının, milletimiz ve coğrafyamız insanlarının, dünya ve yeryüzü
mukimlerinin huzurlu, sağlıklı ve barış içinde yaşayacakları bir dünya temennisiyle
selam olsun.