Dil ve Edebiyat (144. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
ANLAM ve AİDİYET
Üzeyir İlbak
Cahit Zarifoğlu, Yaşamak isimli kitabına "Ne çok acı var"
diye başlıyor. Sahiden “ne çok acı var?” Şair kardeşim
Mehmet Efe “bir yanı yalan hayatın ve gelecek korkusu/
bir yanı ah ne yazık yazıklanmalar dolu” diyor bir şiirinde.
21. yüzyılın başında, 13. yüzyılın veba salgınının şartlarına
mı yakalandık? Bunca teknolojiye, tıbbî gelişmişliğe ve refah
düzeyine rağmen ne ilkel şartlarda yaşıyormuşuz. İnsanlık büyük
veba salgınından yedi-sekiz asır sonra yeni bir salgınla acziyet
ve yoksunlukla tanıştı, yeniden. Elmaslarla süslenmiş, gümüşten
ve altından milyon dolarlık maskelerin üretildiği bir dünyada kim
bir tek nefesin değerinin idrakinde? Anlamlı olan ne? Hayatın
anlamı ne? Daha dün dokunduğumuz, hasret giderdiğimiz, yol
yürüdüğümüz o değerli insanı kaybetmenin ne anlama geldiği
konusunda biraz düşündük mü? Çokça anlam ve değer yüklediğimiz
anlamsızlığa mahkûm varlıkları aşırı derecede anlamlandırmanın
ne boş bir çaba olduğunu hâlâ kavramadık mı?
Eşyaya endeksli fildişi kulelerdeki ihtişamlı hayatlar, gözle
görülmeyen virüsün temasıyla yerle bir olurken ödenen bedellerin
şuuruna varmak için nasıl bir çaba harcıyoruz? Hayatımızı
anlamlı kılan şeylerin bir envanterini çıkardık mı? Hayatımızı
karartan ve sürekli borçlanarak ödeme yaptığımız kimi eşyanın
gereklilik ölçüsü üzerine düşündük mü? Hangi ev kaç odasıyla
gerekliydi? Müstakil-bahçeli bir evde mi yaşamalıydık? Yazlık bir
konağa ihtiyaç var mıydı? Hangi devremülkler bizi mutlu eder
ve sağlıklı yaşamamıza imkân sağlar? Koltuklar! Bürokratı kibir
abidesine dönüştüren koltuklar! Siyaset zanaatkârını tiranlar
katında konuşturan koltuklar! Ahhh o evde oturup dinlenmeye
kıyamadığımız ve uzun süre bedelini ödediğimiz koltuklar! Eşya
ve acı. Makam ve kibir! Bunlara yüklediğimiz anlam ve aidiyet!
Hayatı ve hayatın anlamını anlamsızlaştıran eşya! Yaşamayı, yaşanmaz
kılan kurumsal aidiyetler kibri! Hayatımızı, sağlığımızı ve
nefesimizi kontrol altına alan eşyaya makul ölçülerde sınır koyamaz
mıyız? Bu kadar acının yaşandığı bir çağda yeni bir aidiyet
alanına ihtiyaç var.
İnsanın, insanlığın ve inanmış insanın temel aidiyet bağlarını yitirdiği
bir çağdayız. İnandığımız gibi yaşama becerisini kaybettik ve
yaşadığımız gibi inanmaya başladık. Siyaset ve ticaret aracılığıyla
zenginleşerek yaşama biçimimizi değiştirirken hayatımızdaki sapmaları
meşrulaştıracak bir dil de geliştirdik. Sosyal hayat ve sosyal
çevre uyumunda yaşadığımız sorunlar, bizi yeni ve içselleştiremediğimiz
bir tercihle karşı karşıya bıraktı. Bu yeni yaşama biçimi
ailemizle, çevremizle, mekânlarımızla, mahallemizle, şehrimizle …
olan sahici ilişkimize zarar verdi. Ait olmakla anlam kazandığımız
süreçlerden soyutlanınca eklemlendiğimiz yeni yaşama biçimi, bizi
Tanzimat Batıcılarının hayatı kavrayış düzeyine indirgedi ve aidiyet
bağlarımızın berhava olmasına sebep oldu. Artık bir yere ait değiliz.
Mekân anlamını yitirdi. Yüksek perdeden ürettiğimiz polemik ve retorik,
duygusal kaosu artırmaktan öte bir işe yaramıyor.
İçinde yaşadığımız toplumun değerler hiyerarşisi, sosyal medya
bilgeliği(!) yüzünden târumar edildi. Gençlik; bilgi ve ortak değerler
yerine medya curufatıyla tercihte bulunma sürecine girdi. Genç nesil,
birlikte yaşadığı aile ve topluma aidiyetini kaybetti. Aile ve toplumla
duygusal bağlarını kaybeden nesilden, toplumun kurallarına ve değerlerine
uygun bir biçimde hayatını sürdürmesi beklenemez. Organik
anlamda, sosyal ve kültürel etkileşim imkânları süratle azalıyor. Sanat
ve edebiyat alanları kısmen “sektör” olarak yoluna devam etse de
dünya süratle “kitap ve kültür endüstrisi kartellerinin” etkisine giriyor.
Entelektüel birikimlerimizin biricik taşıyıcısı “tercüme kitap endüstrisi”
dir. Ne kadar etkilenmediğimizi iddia etsek de tercüme, kültür ve
edebiyat zihnimizi iğfal etmeye devam ediyor.
Tercümenin; kültür endüstrisinin etnik, ulusal, dinî, yerel ve yerli
aidiyetleri ne ölçüde olumsuz etkilediği daha geniş zeminlerde tartışılması
gereken bir meseledir. Üzerine düşünülmeye değer.
Maraş’ta “Şiir ve Edebiyat” Vardı
Kasım ayı içinde Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanlığı
“Uluslararası Şiir ve Edebiyat Günleri” başlığı altında
önemli bir kültürel girişime imza attı. İsmail Kılıçarslan’ın organizasyonunu
üstlendiği kültürel faaliyetlere ilçeler de dâhil edilerek
etkinlikler gerçekleştirildi. Yazar-okur buluşmaları, yazma
meraklıları ile tecrübe paylaşımları, şiir seansları, yazarların yazma
sebepleri ve disiplinleri, yazıların kitaplaşma süreçleri, hikâye
ve gelenek gibi pek çok konuda toplantılar gerçekleştirildi. Salgın
ortamına rağmen katılım kayda değerdi.
Ayrıca Maraş’ta kültür iklimimize merhaba diyen iki yeni dergi
ile tanıştık. Şair Duran Boz kardeşimizin genel yayın yönetmenliğini
üstlendiği Yitiksöz “Sanat-Edebiyat ve Düşünce” ile Evelâhir
“Şiir-Şehir-Maraş.” “Yitiksöz’den Yeryüzü’ne” başlıklı bildirinin
son paragrafında “Yitiksöz, Nuri Pakdil’in Hamle’sinden bugünlere
şavkı düşen genç yetenekleri keşfetme girişiminin adresi
olmayı umuyor. Okumayı, yazmayı, düşünmeyi, özgün yaşantılar
biriktirmeyi seçenlere ses veriyor şimdi. Topluca dokunsun
yüreklere: çağı anlamaya, kavramaya, yorumlamaya harlanan
şiirden hayatlar” şeklinde derginin amaçlarını özetliyor. Bu iki
derginin de ömrü uzun ola.
Kovid Mevsiminin Büyük Hüznü
Kovid salgını bir kasırgaya dönüştü. Yer yer büyük bir hortum
gibi hayatımızdan güzel insanları koparıp götürüyor. Öyle ki nasıl
yakalandığınızı da anlamıyorsunuz. Sanki sakındıkça sizi buluyor
gibi. Bir bir dostlarımızı alıp bize hüzün bırakıyor. Kimi arkadaşımız
ve yakınları hafif belirtilerle ayakta geçirirken, kimi dostlarımızın
ve yakınlarının mücadelesi vefatla sonuçlanıyor. Türkiye
Dil ve Edebiyat Derneği kurucularından Prof. Dr. Burhan Kuzu ve
yönetim kurulu üyemiz Sabri Kaya geçtiğimiz günlerde bu hastalık
sebebiyle aramızdan ayrıldılar.
Keşkelere sığınmadan, tedbirleri ihmal etmeden sağlık ordusunun
fedakâr çalışanlarının iş yükünü azaltacak bir gayretle
evde kalmaya çalışalım. Maske, aşı ve tedavi imkânları gerçekleşinceye
kadar korunmanın ve sağlıklı kalmanın tek seçeneği
gibi. Ev, yeniden anlamlı bir mekâna ve büyük aidiyetlerin yeniden
inşa aracına dönüşsün. Modern zamanların hoyratça harcadığı,
en değerli varlığımız olan evi-aileyi tanımlayalım. Hayatı
kafe, restoran/lokanta ve kahvehanelerde tüketmekten vazgeçelim.
İnsanoğlunun inşa ettiği ilk kerpiç evin üzerinden geçen
tüm asırlar, evi daha da kıymetli ve değerli kılmıştır. İnsan, evde
mekânla kurduğu anlamlı ilişki ile daha değerli ve daha saygın
olacaktır.
Kovidden dolayı hayatını kaybeden iki dernek mensubumuz
başta olmak üzere hayatlarını kaybeden tüm mazlumlara rahmet,
tedavi görenlere ise acil şifa dileriz. İnsan, insanlığı tedbirle
ve herhangi birini hasta etmeme tedirginliğini kalbinin merhamet
damarında yaşatarak kurtaracaktır.
Yeryüzü bu sarsıcı marazdan kurtuluncaya kadar insanlık dayanışmasına
katkı sağlamak için her bir insan şuurlu seferberlik
iradesini yürürlüğe koyma yükümlülüğündedir. Maske tak, fizikî
mesafeyi koru, temizlikte itinalı ol. İnsanlığın feraha çıkması temennisiyle.