Dil ve Edebiyat (146. Sayı / Ahmet Hamdi Tanpınar Özel Sayısı)
Dergi Ücretsizdir
“İNSAN TALİHİNİN BÎÇARELİĞİ”
Üzeyir İlbak
"İnsan Talihinin Bîçareliği”, Tanpınar’ın Beş Şehir isimli eserinin Konya bahsinde
geçer. İnce Minareli Camiyi anlatırken: ”Süs olarak sadece iki Kur'an
suresini (Yasin ile Sûre-i Feth) taşıyan ve onların, kapının tam üstünde çok
ustalıklı bir düğümle birbirinin arasından geçerek yaptıkları düz pervazla,
Allah kelâmının büyüklüğü önünde insan talihinin bîçareliğini anlatmak ister
gibi mütevazı açılan asıl giriş yerini çerçeveleyen bu kapı bütünü, nev'inin
hemen hemen yegânesidir” der. Hayatını insan talihinin bîçareliğini ispatlarcasına
yaşayan Tanpınar, bugün hâlâ hayatımızdaysa bunu biraz da vefalı
öğrencisi Mehmet Kaplan ve onun birkaç öğrencisine borçludur. Günlüklerde
“öteki düşünce”den diye tanımladığı ve Mümtaz Turhan’la zikrettiği Mehmet
Kaplan ve öğrencilerine borçludur.
Tanpınar, insan talihinin bîçare hâllerini hayatının her deminde “kaderini
alevden bir gömlek gibi sırtında” taşıyarak parasızlık ve yalnızlık içinde
yaşadı. Bu sıkıntılı ve “hep geç kalmış” “eşikte” bir insan olma yüküyle “insanlığa
hürmet hissini kaybetmemiş (bir) entellektüel” olarak yaşadı ve insanları
tarihi, coğrafyası, mimarisi, kültürü ve şehriyle barışık yaşamaya davet etti.
Aynı paragrafta bin yıllık tarihî mirası açık ve anlaşılır bir lisanla anlatırken
“sükût suikastı”na maruz kalmış olmanın şuurundaydı. "1922 yılının 26 Ağustos
gecesi Dumlupınar'da Başkumandan Mustafa Kemal eğer -uyudularsanasıl
bir rüya gördüler? Milletlerine hazırladıkları istikbal kendilerine açıldı mı?
Bu geceler düşüncemi başka büyük geceye, 1071 senesi Ağustos'unun 26.
gecesine götürüyor. Malazgirt'te bileğinin kuvvetiyle, dehasının zoruyla bize
bu aziz vatanın kapılarını açan Alparslan'ı, muharebe emri vermeden evvel
hangi kuvvetler ziyaret etti ve ona neler gösterdi? Üç kıtada genişleyecek yeni
bir Roma'yı kurmak üzere olduğunu, talihini, avuçları içinde taşıdığı milleti,
yeni bir tarih ve coğrafyanın emrine verdiğini, yeni bir terkibin doğmasına bir
çınar gibi yetişip kök salmasına sebep olduğunu acaba hissetmiş miydi?" [BŞ:56].
Tanpınar’ın ilginç bir aidiyet ve terkiple kurgulayarak önerdiği tarih
ve kültüre bağlı kalarak devam fikrini öngören sentezi, eskilerin ifadesiyle
tevili ve telfiki zor bir bileşen. Ancak yaşadığı tarihî dönemde bunun yapılabilmiş
olması ayrıca takdir edilmesi gereken bir çaba! Bu çabayı kimi
zaman destanlara ve mitlere yaslaması hatta uyanıkken bir rüya olarak
anlatması Tanpınar’a özgü bir meziyet! "Malazgirt güneşiyle Dumlupınar
güneşinin ilk hızlarını aynı yerlerden alması, aynı tepelerden menzil menzil
inerek bütün yurda dağılması, işe bir masal, bir destan çeşnisi veriyor"
[EÜM:424]. "1071’deki Malazgirt zaferiyle yeni bir vatanda, yeni bir millet doğmuştur.
Bu milletin dili ve kültürü bu yeni vatanın malıdır" [EÜM:109]. "Mustafa
Kemal ve arkadaşlarını Anadolu yollarında dolaştıran, bin bir güçlükle
güreştiren yapıcı ve yaratıcı ağrı, Malazgirt'in ve büyük fethin başladığı işi
asırlar boyunca devam ettirecek ve nasıl Sinan ile Nedim'i, Yunus ile Itrî'yi
muzaffer rüyalara borçlu isek, gelecek çağların şerefini yapacak olan isim
ve eserleri de İnönü'nde, Sakarya ve Dumlupınar'da harita başında geçen
uykusuz gecelere ve bu gecelerin ağır yükünü kemik ve kanı pahasına taşıyan
isimsiz şehit ve gazilere borçlu kalacağız" [BŞ:57].
Yarım asırdır eserleri didiklenen ve siyasal hiçbir kampa dahil edilemeyen,
edilmeye çalışılan kampları da reddeden Tanpınar, “nev’i şahsına
münhasır” biri olarak yaşadı, hep şair olarak bilinmek istedi; ancak bunda
pek muvaffak olamadı. Öğrencisi Kaplan “Tanpınar’ın Şiir Dünyası” isimli
çalışmayı, onunla ilgili ilk kitap çalışması olarak yayımlasa da o, dönemin
zirve şairleri arasında zikredilmedi ve “eşik”te kaldı.
II
Edebiyatın “eşikteki ufkî adam”ı Ahmet Hamdi Tanpınar, elli dokuz yıl
önce “yalnız” ve uğradığı sükût suikastını yüklenerek öte aleme göçtü. Tevarüs
eden kültür ve medeniyetle barışma serenadını Beyoğlu’nun yaslandığı
fikrî ve süflî yaşama evreninde yazdı. Sesi Fatih’te, Kocamustafapaşa ve
Üsküdar’da hatta İcadiye’de duyuldu mu bilmiyorum. Bildiğimiz ve edebiyat
tarihçilerinin de ileride yazacakları hakikat, vefatından yaklaşık 10-15
yıl sonra Mehmet Kaplan, Birol Emil, Zeynep Kerman, İnci Enginün, Orhan
Okay, Handan İnci, Abdullah Uçman ve diğer pek çok öğrencisinin yaptıkları
çalışmalarla Ahmet Hamdi Tanpınar edebiyat dünyasında kanonik bir unvan
sahibi oldu. Edebiyat fakültelerinde Tanpınar’ın eserleri müzakere edildi,
lisans bitirme tezleri yapıldı, yüksek lisans tezlerine konu oldu ve hakkında
doktora çalışmaları yapıldı. Tanpınar’la haşir neşir üniversiteliler mezun
olunca tanıdıkları ve okudukları Tanpınar’ı ortaöğretime taşıdılar. Hayatında
“sükût suikastı”na maruz bîçare Tanpınar, “çok satanlar kervanında” okurlarının
çoğunun sırf moda olduğu için okudukları ve lisanını anlamadıkları
menşur biri oldu.
Tanpınar geçmiş birikimi, yaşadığı devri, devrin önemli isimlerini, Avrupa
ve Rus edebiyatını iyi biliyordu. Resimden musikîye, mitolojiden evliya
menkıbelerine, psikolojiden psikanalize, mimarîden heykele güzel sanatların
ve bilimsel gelişmelerin çoğuna vakıftı. Eski şiirimizin önemli isimlerinden
(Şeyhî, Fuzulî, Bakî, Nedim, Nef’î ve Şeyh Galib) pek çok şairi çok iyi biliyordu.
Öyle ki Huzur romanı kahramanı Mümtaz’a bir Şeyh Galib biyografisi
yazma arzusunu dile getirtir. Tanpınar, kültür, sanat ve edebiyat alanlarında
engin bir donanıma, bilgi birikimine sahip estet bir düşünce adamıydı. Doğu
ve Batı musikîsi hayatında önemli bir yer tutardı. Entellektüel* kavramının
ihtiva ettiği anlama uygun birikimiyle: "Bizim entellektüellerimizin, sanatkarlarımızın
bir vasfı da yerli okumamaları, hatta kendi edebiyatımızın bahsine
bile yanaşmamalarıdır" [EÜM:49] demekten kaçınmaz.
"Bizim, nabzımızı dinleyerek bulduğumuz, şuurunu beraberinde getirdiğimiz,
ölçtüğümüz, biçtiğimiz, her şekilde tasarrufa çalıştığımız, her türlü
icat, ihtira, ihtiras, vehim, vesvese, şiir ve sanatı, her şeyi içine attığımız
halde bir türlü dolduramadığımız zamanın karşısında ne kadar küçüğüz! (...)
Sanat, ölümden sonraki hayattır. Her sanat adamı, devrinin kalabalığı içinden
kendisini seçecek, dehâsını anlayacak zamanı düşünür. (...) Bu inanış,
her kaderin üstündedir" [YG:23-25].
III
Dil ve Edebiyat geçmiş zaman mücevherlerinin tozunu kaldırmaya
devam edecek. Daha önce Mavera, Diriliş-Sezai Karakoç ve Edebiyat-Nuri
Pakdil özel sayılarıyla yolculuğumuzla ilgili bir aidiyet mesajı verdik. Şimdi de
fikriyatı ile bir yere koyamadığımız üslubu ve birikimiyle edebiyat tarihimizin
müstesna ismi Ahmet Hamdi Tanpınar’ı sizlerle tartışmak istedik.
Tanpınar'ın 1960 ihtilali ile ilişkisini anlatırken öğrencisi Mehmet
Kaplan'ın iki mektubunu da dönemle ilgili olmasından dolayı yayımlamayı
uygun bulduk; mektupları bir konuda dönem araştırması yapan Yunus Emre
Özsaray bize ulaştırdı.
Birikimleriyle dergimize katkı veren değerli hocalarımıza, yazarlarımıza
ve şairlerimize teşekkür ederiz. Burada özellikle bir süre Tanpınar’ın
öğrencisi olmuş Prof. Dr. Birol Emil Hocamıza, Prof. Dr. Abdullah Uçman,
Prof. Dr. Mehmet Törenek, Doç. Dr. Turgay Anar ve diğer akademisyen hocalarımıza
derneğimiz ve dergimiz adına teşekkür ederiz. Tanpınar portresini
dergimizin kapağı için çalışan Hakan Hadi Kadıoğlu’na müteşekkiriz. İsimlerini
zikredemediğimiz dostları tek tek selamlıyoruz.
IV
Dil ve Edebiyat, Dil ve Edebiyat Araştırmaları (Uluslararası hakemli,
açık erişimli dergi), Olağan Şiir ve Olağan Hikâye dergilerimiz “Turkcell
Dergilik”te yayımlanmaya başladı. PDF formatında yayımlanan dergilere
Nisan 2021 tarihine kadar ücretsiz erişilebilir. Dergilerimizin eski sayılarının
tamamı sürekli erişilebilir olacaktır.
Sağlıklı, müreffeh ve huzurlu günlerde kültür ve sanatla barışık,
okur-yazar insanların bağırmadan ve itham etmeden yaşayacakları günlerin
umuduyla ülkemizin aziz insanlarını ve insanlık için çaba harcayan
insan oğluna muhabbetlerimizi sunuyoruz.
*Bu kelime Türkçede ilk Tanpınar’ın kullandığı biçimde kullanılmıştır. Entellektüel kavramı Türkçeleştirilerek münevver
karşılığı kullanılacaksa entellektüel şeklinde yazılmalı ve TDK Türkçe Sözlük’te “entel, entelekt, entelektüalizm,
entelekya” şeklinde geçen bu terimi “entellik” kelimesinde olduğu gibi düzeltmelidir. Türkiye’nin aydınları
ilgili olmasa da münevverleri bu kavrama daha dikkatle bakmalılar.