Dil ve Edebiyat (166. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
ELEŞTİRİ İLE VEFA ARASINDA
Üzeyir İlbak
Rasim Özdenören’in merhamet ve vicdan muhasebesinde insanî hasletlerinin
oldukça fazla olduğunu biliyorum. Sahnede ikizi Alaaddin
Özdenören’in “Kerem’in Çantası”nı okuduğumda dakikalarca konuşmasına
başlayamadığına tanıklık ettim. Pek çok konuda malumat sahibidir
ve yaşadığı yıllarda tanıklık ettiği pek çok olayı hatırlar. Özdenören, 75. yaşı
münasebetiyle sanat hayatının konuşulacağı bir program için Eyüp’e gelmiş,
çocukluğunun sokaklarını, yaşadığı evi ve çevreyi detayları ile anlatmıştı. Dergimizin
bu sayısında o konuşmaya da yer verdik.
Malumat üzerinden yazdıklarına gazetecilik alışkanlığını da eklediğimizde
metinlerindeki dil zaaflarını ve atıflardaki savrukluğu anlayabilmek
mümkün mü? Ya da bilinen ve çok yazan biri olarak mı bu kadar dağınık yazdı?
Bu soruların cevapları akademik çalışmalarla netleşecek şüphesiz! Ancak yapılacak
çalışmaların yergi ile övgü sıradanlığının dışında tutulması gerektiği
kanaatindeyim. Kendisine sorulan “Türler arasında geçişte sıkıntı yaşamıyor
musunuz?” sorusuna verdiği cevapta “Sıkıntı yaşamıyorum ama türlerin gitgide
garip bir şekilde birbirinin içine girdiğini görüyorum. Denemeyle öykü
birbirine karışıyor. Gazete yazısı olarak yazdığım
bazı yazıların sonradan öykü olduğunu
fark ediyorum. Onlara deneme olarak başlamamışım,
ama öykü olarak çıkmış. Onların
bir kısmını bir kitapta toplamak istiyorum.
Öykümsü yahut öykücük yahut minimal öykü
ismiyle basılabilir.” diyerek sıkıntı yaşamadığını
söylerken aynı zamanda da yaşadığını
söylüyor. Yine bir çelişki! [Yeni Şafak, 10 Şubat 2008)
(https://www.yenisafak.com/yenisafakpazar/edebiyatcilara-cankaya-
baskisi-98817)].
Yıllar yıllar önce Ankara Dede Efendi’de
ikamet etmeye başladı Özdenören. İlk ziyaretimde
orada oturuyordu, son ziyaretimde de!
Oradan hastaneye gitmek için ayrıldı ve bir
daha dönmedi. Dede Efendi’de, Dede Efendi
bestelerini dinledi mi bilmiyorum; ama orada
Dostoyevski, Kafka ve Folknır'ın (Faulkner)
kahramanlarıyla zaman geçirdi ve onların gölgeleri,
yazdığı metinler arasında belirdi sürekli.
O kadar etkilendi ki Kuyu’da iç yolculuğunu yapan
Yusuf, kaldığı otelde terk edilen çocuklu ve
hamile kadınla karşılaşınca İvan’a yapılabilecek
bir davetle karşılaştı. “Bana yardım edebilirsin
diye düşünüyorum, dedi, gel, uzan yanıma, karşılıksız
kalmaz yardımın” (Kuyu 2022, s. 25). Rus ruhunu
Dostoyevski kadar, Dostoyevski’den öğrendi,
Anadolu ruhunu da Horasan Abdalları geleneğinden.
Birbirine benzer ruhlar mıydı? Hazar’ın
üstü ve altını çağrıştıran bu ruhlar hangi rüzgârlarda
birlikte yürüdüler? Bilmiyorum. Folknır
(Faulkner) için “Hiçbir Amerikalı onu benim kadar
sevmez.” derken onda sahiden bizimle bir
zihin birlikteliğinin izlerini mi bulmuştu?
Anadolu dindarlığının iki önemli hikâyecisinin
(Mustafa Kutlu ve Rasim Özdenören)
tragedya konusunda anlaşamamalarını ilginç
bulmuştum; önemli ölçüde benzer bir anlayışa
sahip iki entelektüelin bu konuda ayrışmalarını…
Kutlu: ''Bence bizde trajedi yok. Allah varsa,
trajedi olmaz zaten. Yani yalnızlık olmaz;
umutsuzluk olmaz, Allah varsa. Trajedi, iki
yüksek duygunun, iki yüksek değerin aynı anda
ve kaçınılmaz olarak çarpışmasıdır. Mesela
vatan sevgisi ile aşk kaçınılmaz olarak çarpışır.
Ama Allah’ın karşısına başka bir şeyi koyamıyorsunuz.
Onunla denk bir duygu yok.''
teslimiyetçiliği ile meseleyi çözüyor. Rasim
Özdenören: "Trajedide kişi, iki müspet arasında
seçme zorunluluğu ile karşı karşıya bulunduğu
için, seyircinin (okurun) trajik kahramanın
yanında veya karşısında yer alması çetin bir
iştir. Trajik kahramanın zihinsel süreci girifttir.
Kahramanın karşı karşıya kaldığı trajik durum
kavranamamışsa onun sorunsalını paylaşmak
da söz konusu olamaz. Eğer seyirci, kahramanın
yaşadığı sorunsalı kavramışsa onun yaşadığı
ikircikli durumu aynıyla o da yaşar. O da
tereddütler geçirir. Sofie’nin seçimini düşünün,
düşman askeri, ona şu teklifte bulunuyor: iki
çocuğundan birini öldüreceğiz, fakat sana bir
iyilik (!) yapıp seçimi sana bırakıyoruz, öldürmemizi
istediğin çocuğu sen kendin seç! (...)
İnsan, hangi evladını ölüme göndermek üzere
seçebilir? Veya illa seçme zorunda bırakılmışsa
-Sofie örneğinde olduğu gibi- buna, soğukkanlılıkla,
içi titremeden nasıl karar verebilir? Trajik
seçim bu yüzden zordur."
Biz de bu sayıda bir seçim yapmak zorunda
kalmamak için özel çaba içine girdik.
Rasim Özdenören yaşantısı ve eserleriyle bir
dünya kurdu ve göçtü. Birilerinin yaptığı gibi
övgü dolu dosyalar ve boş metinler üreterek
tabasbuskâr bir selâm vermek istemedik. Özdenören’in
metinlerinden hareketle, onun hakkında
çalışacak genç akademisyen ve yazarlara
giriş mahiyetinde yol açıcı metinler yazmaya
çalıştık. Saygı ve vefa ölçüsüne dikkat ederek
eleştiri içeren metinler yazmayı tercih ettik.
Katılmadığımız fikirlerinin altını da açık ve net
bir biçimde çizdik. Bu sayıyı okuyacak veya inceleyecek
arkadaşlara önerim yargılamadan
meseleye yaklaşmaları. Yanlış veya eksik buldukları
varsa, Rasim Özdenören’in metinlerinden
hareketle yazacakları her metni mutlaka
değerlendireceğimizi bilmelerini isterim. Asıl
olan doğruyu mümkün olan en doğruyu yazabilmektir.
Rasim Özdenören Özel Sayısı'nın hazırlanması
süresince desteklerini esirgemeyen,
yazı ve fotoğraflarla katkı sağlayan akademisyen,
şair ve yazar dostlara müteşekkiriz.
Necip Evlice dostumuzun arşivinden
kullandığımız ve ilk kez yayımlanan Rasim Özdenören’den
Nuri Pakdil’e yazılmış mektup ve
kartpostallar, sizi yıllar öncesinin iletişim dünyasına
ve dostluk atmosferine taşıyacaktır.
Teşekkürler Necip Evlice.
Rasim Özdenören ve bizden önce bu
topraklarda nefes alan ve yazma sorumluluğunun
yükünü yüklenip Önden Giden tüm öncülere
rahmet olsun.