Dil ve Edebiyat (175. Sayı)
Dergi Ücreti : 1 ₺
KİTAPLA BİR YAZ MASALINA
Üzeyir İlbak
Yaz! Hem mevsim hem de kelimelerle iz bırakma vaktidir. Kimimiz seyahat edecek insanlık izlerinin peşinden gidecek kimimiz deniz, kum ve güneşle buluşacak birilerimiz sılayı rahim yapmak, dağların, yaylaların, ovaların kokusunu içini çekmek için yollara düşecektir. Bu yolculukların hepsinde savaşa çıkan akıncının sadakta eksik etmediği ok kadar önemli bir şeyler taşımalı sırt çantamızda: Kitap ve dergi! Gideceğimiz yerde biraz uzaklaşmalı sosyal medyadan, dijital iletişimden ve ekran oyunlarından. Biraz kitap okumalı, bir kısım zamanı dergilere ayırmalı ve kırda bayırda yürümeli zaman zaman ve yüksek sesle bir dağa karşı şiir okumalı belki! Şiirin kayalardan yükselen yankısına kulak kabartmalı. Yaz, yazı ve yazla dolmalı.
Yaz, kitap, dergi ve tatil! Okulların tatil edilmesiyle başlayan yaz telaşı ve çocuklara hatta anne-babalara kitap seçme ve okuma önerileri gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını ve dijital iletişim ortamlarını doldurdu. Sadece yaz tatili için kitap hazırlayan yayıncılar bile var. Dil, iletişim ve bilgi kirliliğinin zirvede olduğu bu günlerde kim, kimin için, ne maksatla, nasıl bir kitap yayımlıyor ve kitabı nasıl seçmeli? Kitabı janjanlı kapaklarla piyasaya sürenler, hangi değer yargıları, inanç sistemi, ahlaki endişe ve kriterlerle kitap yayınlar? Yüzlerce soru sıralayıp cevapsız bırakabiliriz.
Ne okuyoruz? Çocuklarımıza ne okutuyoruz? Çocuklarımızla okuyor muyuz? Bu yaz bir değişiklik yapıp birlikte düşünelim biraz.
Okullar tatil zilini çaldı ve çocuklar evlere dağıldı. Salgın, depremler ve düzensiz öğrenim zamanlarının ardından nihayet bir kısıtlamaya tabi olmadan tatil yapacağız ve yaz tatili süresince çocuklarımızın aylaklık etmeden okuyacakları hatta birlikte okuyacağımız kitapları almak gerek. Kurban Bayramı telaşı, kurban ve işler derken kitap almaya vaktimiz olmadı.
Nihayet uzun süren bayram tatilinin ardından hafta sonu çocuklarımızı alıp bir “kitap market”e gittik; çünkü mahallenin kitapçı amcasının dükkânı kapanalı yıllar olmuştu. Market, temel tüketim mallarının sergilendiği bir köşesinin de kafe olarak kullanıldığı “biraz acayip” bir yerdi (market eşyâ ve bilhassa yiyecek maddeleri satılan, alıcının işini kendisinin gördüğü büyük dükkân). Kitap “domates, biber, patlıcan, salatalık” gibi seçilebilir miydi? Geçmiş zamanlarda kitapçı amcaların dükkânına girdiğinizde sorduğunuz kitabın rafını bilen ve o kitaba dair sizi bilgilendiren kitap sevdalısı bilge amcalar vardı. Burada “o eski kitapçılar nerde?” klişesini patl atmalı mı? Kitap konusunda verdiğim konferansları, yaptığım televizyon söyleşilerini, dergilerde yazdıklarımı hatırlayınca bu yazının çok kolay olacağını düşünmüştüm. Hatta birkaç yıl önce merhum Cemil Meriç’in “Şezlong-nişîn” teriminden yararlanarak, “Şezlong Entelektüelleri” başlıklı uzun bir yazı ile “popüler kültürün kitabı da popülerleştirerek sahte bir okuma kültürü yaygınlaştırdığını” yazmıştım. Çok satan kitaplar tuzağına düşmeden kitap seçmek ve okumak önemli.
Burada uzun uzadıya bir kitap listesi yapmak niyetinde değilim. “Ne okunmalı” sorusuna hemen hemen her birimizin biraz fikir sahibi olduğu Heidi ile ufuk turu yapalım
istedik. Sahi Heidi bize ne anlatır? Hiç düşündünüz mü? İsviçre, Alp Amca, Peter, çıplak ayaklı çocuklar… Bu küçücük kitabın Müslüman dünyanın çocuklarına ne söylediği konusunda hiç düşündük mü? Hazır bu günlerde İsviçre gibi müreffeh ve terör sevici bir ülke gündemdeyken, geçmişinde yaşadığı hangi büyük günahın kefareti olarak terör
unsurlarına “merhametle” yaklaşıyor? Bu sorular yine zor sorular ve kısa cevabı yok. Çocuklarımızla adı Türkçe olmayan bir alışveriş merkezinin üçüncü katındaki “Kitap Market”e gidiyoruz, girişte kurduğu kocaman çocuk kitapları sergisinin en tepesine Batı pagan kültürünü orta çağ Avrupa’sını masalsı anlatılarla destekleyen büyücü
okullarını, entrikaları, insan ilişkilerini gerçeklikten koparan, saygı ve merhametten bir kırıntı taşımayan özel baskılı, parlak kapaklı, ciltli kitaplara ayırmış. Bizim haylazlar o kitapları arkadaşlarında görmüşlerdi zaten. Çekici çizim ve desenlerle de muhteva cilalanmıştı. Hemen alınmalı mıydı?
**
İstanbul Üniversitesinden Necdet Neydim Hoca kontrolünde İnanç Bakkalbaşı’nın yaptığı Heidi eksenli yüksek lisans tezi çocuk edebiyatı, özellikle tercüme çocuk edebiyatı bahsinde önemli veriler sağlar. Metne gereksiz yere yapılan ekleme ve çıkarmalarda dikkat çekilir. Her kesin inanç ve ideolojisi yönünde ekleme ya da metni
dönüştürmede sakınca görmediğine dikkat çekilir. Heidi yaşanmış gerçeğin portresi olsa da Batı, pagan geleneğini yeniden ve yeni bir yorumla dönüştürerek ve sempatik göstererek biraz da bilimkurgu ile kurgulayarak yeniden üretiyor. Tatil ve kitap konusunu tartışırken Heidi’nin hikâyesine bir başka yerden yeniden bakmak gerek. Kitap Alpler, göller, uçsuz bucaksız y eşillikler içindeki müreffeh ülke İsviçre’nin kartpostalı çağrıştıran coğrafyasında Peter’i çıplak ayaklı
gören Heidi’nin hikayesini anlatır. Burada “çıplak ayaklı çocuklar, kasaba papazının arkadaşı ama kiliseden nefret eden Alp Amca, amcanın kiliseye dönüşü ve kilisenin yeniden bir değere dönüşmesi, iyilik, sevgi dini …” gibi tanımlamalara dikkat etmek gerek. Çocuklarımız bunları nasıl anlıyor veya bu kavramsallaştırmalar çocuklarda nasıl bir dünyanın hayalini kurmalarına zemin hazırlıyor? Heidi’de, “sevgi, bağışlama ve barış” dini temsilcisi kilise görevlilerinin kimsesiz çocukları sözleşmeli olarak çiftlik sahiplerine dört yaşından itibaren satarak çalıştırdığı gerçeğini örter mi? Kitaba biraz da buradan bakar mısınız?
Ve…
Bir Kemalettin Tuğcu’muz vardı. Hayatı boyunca sadece çocuklar için yazan, merhamete, umuda, iyimserliğe çağıran Üsküdar Çengelköy’lü bir yazardı. Son zamanlarda “Anasının Kuzusu, Köyden Gelen Yabancı, Annesizler, Bir Ocak Söndü, Ana Hakkı”... ve daha pek çok kitabın yazarı Tuğcu’nun kitaplarını çocukların elinde görmüyoruz artık. Merhameti, bağlanmayı, tazelenmenin yöntemlerini, canlanmayı, saflaşarak insanîleşmeyi öğreten o hüzün demeti kitaplardan neden uzaklaştık? Duyguları çağlayanlara gark eden kelimelerimizden korkar mı olduk? Ağlamaktan mı korkuyoruz? Bir şezlongda cinsiyete göre kapakları tasarlanarak sunulan, popüler boş kitapları okumak yerine neden bir Kemalettin Tuğcu kitabı okunmaz ki?
Mustafa Ruhi Şirin’in “Çocukları Uçuran Masallar” kitaplar serisini göreniniz var mı? Gürül gürül akan ırmağın yanı başındaki ahşap evin duvarında asılı "ahşap guguklu saatin içerisinde büyülenerek tahta kumruya dönüşen" kumru ve büyülü sesini merak edininiz yok mu? Kaf Dağı ve Zümrüdüanka kuşu da mı bir şey söylemez? Ay ve yıldızlara ninni söyleyen bir martınız olsun istemez miydiniz? Nasrettin Hoca’nın nükteli dili sizi tebessüm ettirmez mi? Onunla oturup 13. yüzyıldan birazcık konuşamaz mısınız?
Dedelerin büyükbaba, nenelerin büyükanne olduğu bir çağda, masal anlatan bir dedeniz olsaydı memnun olmaz mıydınız? Dedelere ve ninelerle yaşasaydık Anadolu’nun büyülü sözler sofrasına daha kolay dönemez miydik? Anadolu’nun lezzet sofrasındaki masallar, destanlar, hikâyeler ve kitapların geçmişten bugüne taşıdığı birikim, yarını nasıl kurmamız ve tevarüs eden lezzeti yarına nasıl bırakacağımız konusunda bir ufuk verecektir.
Kitabı boş zamanlarda okunan bir emtia olmaktan çıkarmadığımız sürece, kitabı tüketen insanlara dönüşürüz; ancak tüketilen şey atık üretir. Bilgi ve kültürü atık haline getirmeyecek bir okuma disiplini ile kitaba yaklaşırsak kitap, bütün zamanlarımızı anlamlı kılacak bir dünya kurmamıza ve o görkemli dünyada yaşamamıza imkân sağlayacaktır.
Her kitap insanlığın destanından bir bölümü anlatır ve her kitap, bizden bir duyguyu bize hatırlatır. Çocuk, kadın ve erkek olarak değil, insan olarak okuduğumuzda yeniden insanlığımızın farkına varır; yeniden merhametin, duygunun, dayanışmanın, paylaşmanın ve insan olmanın destanını yazarız.
Kitap alırken durup biraz düşünmek ve ne aldığımıza dikkat etmek gerek; kelimelerle ve mürekkeple rengi değişmiş her beyaz kâğıt okunmaya değer olmayabilir.
**
15 Temmuz ihanetini kurgulayan din-darlıktan sakınarak ve merhum Âkif’in şu söyleyişini “Bu mudur din yazık, hey gidi İslamiyet,/ Bizi gördükçe utansın bütün insaniyyet,” zihinlere nakşedilerek okumak ve düşünmek temennisiyle esenlik diliyoruz.