Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (186. Sayı)

Dergi Ücretsizdir

Türkçe Yeni Bir  Dönemeçte mi?

Üzeyir İlbak
[email protected]

TTürkçe, binlerce yıllık tarihi boyunca pek çok süreçten geçerek; durduğu ve geçtiği coğrafyalarda karşılaştığı farklı kültür ve dilleri etkilemiş ve etkilenerek, kelime alıp vermek suretiyle güçlenerek bugünlere gelmiştir. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânü Lugāti’t-Türk adlı eserinden bu güne uzanan tarih aralığında dilimizin korunması ve gelişmesi için pek çok şair, yazar ve düşünür emek sarfetti. Geçiş dönemi olarak nitelediğim Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e intikal eden nesilden Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halid Karay ve Peyami Safa’nın Türkçeyi daha değerli ve özel kılan hatta “dilin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda bir kültür ve medeniyet taşıyıcısı” olduğunu eserlerinde derinlemesine işleyen ustalar üzerinden meseleyi biraz kurcalamak istiyorum. Yahya Kemal “İmlâmız, lisanımız düzelince; lisanımız da kafamız düzelince düzelecek çünkü o da ancak onlar kadar bozuktur, fazla değil.” demiş, Dergâh dergisinin 18. sayısında. Bunu söylediği tarihlerden bugüne ne yazık ki imlamız daha anlaşılmaz, tasfiye sürecinden geçirilen Türkçenin kelime sayısı daha az, eğitim sürecindeki edebiyat ve sosyal bilimler derslerinde kullanılan yöntem gereğinden fazla olumsuz. Osmanlı Türkçesinin “eski yazı” ve “eskimiş yazı” gerekçesiyle yok sayıldığı, bin yıllık kadim edebiyat birikiminin tarihte sadece “şaire ait eser için kullanılan” terimden hareketle sonradan yapılan tarifle “Divan Edebiyatı” olarak ötekileştirilmesi “Klasik Edebiyat”ımızla ilişkimizin kesilmesine sebep olmuştur. Dil, kültür ve medeniyet tartışmalarının siyaset için araçsallaştırılarak zihinlerin yağmalandığı bir vasatta dil meselesini çözümlemek ve kelime birikimimizi artırarak düşünmek ve anlama alanımızı genişletmek için ortaöğretimin birinci kademesinden itibaren kadim alfabemizi öğrenerek ve öğreterek işe başlamak gerek. Eski Türkçenin “iyi” öğrenilmesi ve öğretilmesinin siyasi bir tartışma ve geriye dönüş olarak gündemden çıkarılması gerek. Tez vakitte kelime sayısını artırmış ve o kelimelerle iyi düşünen bir nesle olan ihtiyaç göz ardı edilmemeli. Gerçi güncel Türkçeyi öğretmekten aciz bir ülke eğitim sisteminde böyle bir çalışma hayata geçirilebilir mi? Emin değilim. Harf İnkılabı gerekçesiyle yapılan “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyalarıyla dile karşı yapılanlar bizi, kültürel kısırlaşmaya ve içine doğduğumuz dil ile yazılan metinleri anlamamaya mahkûm etti. Kelimelerini öğrenemeden liseden mezun olan gençler, apartman katlarında okudukları üniversite tabelalı yerlerden aldıkları diploma ile okur-yazar olmadan hayata katılıyorlar. Dil sadece bir iletişim vasıtası değil fizik, matematik, kimya ve diğer bütün bilim disiplinlerini anlamak için yeterli bir dil ve kelimeye sahip olmak, hatta yabancı dil öğrenmek için de ana dilimizi bilmek gerek. Dil bir toplumun zihniyetini yansıtan, birikimlerini kayıt altına alan canlı ve devingen bir varlıktır. Bu nedenle dilin yabancı kelimelerin tesirinde gerilemesi, toplumun düşünce yapısını olumsuz etkiler ve bir süre sonra kültür ve medeniyet havzamızın dilleriyle edebiyat yapamaz hâle gelebiliriz; bu toplumun sonunu hazırlar. Dili yok olan toplumlar tarihten silinmişler. “Dil, milletin hafızasıdır.” tespiti ile Ahmet Hamdi Tanpınar, milletin geçmişine, kültürel mirasına, tarihine ve ortak hafızasına dikkat çeker. Türkçenin korunması ve geliştirilmesi ihtiyacının sadece günümüz için değil, geçmişten tevarüs ettiğimiz birikimin geleceğe bırakılması için de büyük önem taşır. Geçiş dönemin bir başka önemli kalem erbabı Refik Halid Karay eserlerinde kullandığı sade ve akıcı Türkçe ile kayıt altına aldığı dilin ve kelimelerin ne kadar etkili bir iletişim aracı olabileceğini ortaya koyar.  Dilin güzelliğinin sade bir üslupla mümkün olduğunu metinlerinde kullanan Karay, süslü ve anlaşılması zor ifadelerden kaçınır. Eserlerinde karşılaştığımız dil ve dili kullanmadaki titizlik ve özeni şaşırtıcı düzeyde başarılıdır. Biraz çaba ile günümüzde de onunun eserlerindeki ahengi yakalayabiliriz. Türkçeyi doğru ve etkili bir şekilde kullanan Karay, akıcı üslubu ile dilin hem edebi hem de günlük hayatta nasıl kullanılabileceğine dair örnekler sunar. Peyami Safa, dil ve modernleşme tartışmalarının en yoğun yaşandığı zaman diliminde dile yanlış müdahalelerin toplumun zihin dünyasını, hafızasını ve düşünme kodlarını bozacağının altını çizer. Safa, dilde modernleşmenin toplumu köklü geçmişinden koparma aracına dönüştürülmesinden rahatsızlığını yazmaktan tereddüt etmez. Dilde sadeleşme ve yenilik girişimlerinin, Türkçenin zenginliğini koruyarak yapılması gerektiğini savunur. Safa’ya göre “Bir milleti yok etmek isterseniz askerî istilâya lüzum yoktur. Ona tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevî değerlerini, ahlâkını soysuzlaştırmak kâfidir.” Bu isimlere Kemal Tahir, Necip Fazıl, Attila İlhan, Necmettin Hacıeminoğlu, Mehmet Kaplan, Faruk Kadri Timurtaş ve daha pek çok ismi eklemek mümkün. Türkçenin gücü, kültürel kimliğimizin ve toplumsal birliğimizin de gücüdür. Bu nedenle, dilimize sahip çıkmak ve onu geleceğe taşımak, hepimizin ortak sorumluluğudur. ** Mayıs ayında nefis bir üslupla İstanbul’un tarihi semtlerini yazan Sermet Muhtar Alus; hikâyecilerimizden Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal; Şair, mütercim ve devlet adamı Ziya Paşa; dilde tartışmaların ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının tanığı Nurullah Ataç; din ve inanca dair değerlerin konuşulmasının ve yazılmasının yasak olduğu bir dönemde bu meseleleri bayraklaştıran Büyükdoğu fikrinin mimarı şair Necip Fazıl Kısakürek; Edip Cansever ve Mayıs 2017’de aniden aramızdan ayrılan Akif Emre’ye rahmet olsun. Burada merhum A. Emre ile ilgili birkaç söz söylemek gerek. Çünkü o, yaşadığı çağın cins ve kendine özgü insanlarından biriydi. İslam dünyasının unutulmaya ve unutturulmaya bırakılmış tarih ve coğrafi alanlarına yönelik dikkatiyle bizim nesli silkeleyen öncülerdendi. Endülüs Belgeseli’ni görmeyenler, kayıplarını telafi etmeli. Yaşadığı yıllarda Batı emperyalizmine, modern Haçlı anlayışına direnen Aliya İzzetbegoviç ve mücadelesini en iyi anlatan ve bize taşıyan kalemlerin başında gelirdi. Medyada görünmeye ve her konuda bir şeyler anlatmaya teşne biri değildi. Yazdıklarında cesur ve hasbiydi. Herkesin içini kemiren “Ertelenmiş Soruları” soran ve yargılayan bir düşünce adamıydı. Entelektüel muhayyilesi, din anlayışı ve güncel meselelerimizi en yakıcı yerinden sorgulamada özel ve berrak bir zihne sahipti. Büyüyen Ay’da yayımlanan eserlerinin her cümlesinin altını çizerek okumanızı öneririm.