Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (187. Sayı)

Dergi Ücretsizdir

Türkçeye Çağrı

Üzeyir İlbak

 

Dil, düşüncenin, akledenlerin zihinlerinde anlamlandırdıkları kelimelerle ortak insanlık aklının “fayda” hanesinde karşılık bulan kavramın/terimin adıdır. Allah’ın insanları "kavimler hâlinde yarattığını" ve yaratılan her kavmin bir dili olduğu, bu farklılığın da “Göklerin ve yerin yaratılması, renklerinizin ve dillerinizin farklılaştırılması (da) O’nun alametlerindendir: bunda, kuşkusuz, [fıtrî] bilgiye (anlama ve kavrama yeteneğine) sahip insanlar için dersler vardır!” (Kuran: 20/22) hakikatinin idrak edilmesini gerektirir. İnsanlar bu hakikati idrak ettikten sonra dili, insanlığın ortak değeri belleyip gerek duyulduğunda ve ihtiyaç hasıl olduğunda farklı kültür, medeniyet ve dillerden kelime alır ve kelime verebilir. Bu etkileşim imkânı, dilin aldığı kelime, terim ve yeni bir ürüne ad olan sözü dilin kurallarına ve ses yapısına uygun hâle getirerek alması durumunda faydalı olur. Sözü aldığı dilin kelimesinin orijinaline sadık kalınması halinde dilinin ses ve yapısını bozarak dilin zayıflamasına ve o kültür ikliminin esiri olmasına zemin hazırlar.

Göçebe bir dil ve kültürün ürünü olan Türkçe, tarih boyunca başka dil, kültür ve medeniyetlerle etkileşerek dilini büyük diller arasına kaydederken o ölçüde de dilindin kopuşlar yaşamıştır. Çin bilgeliği, Şaman kültürü ve Budist geleneklerden taşıdıkları ile bulundukları coğrafyadan Batı’ya göçen Türkçe konuşanların Müslüman olmasıyla başlayan Arapça ve Farsça tesiri yeni bir kültürel ortama zemin hazırlamıştır. İlim dilinin Arapça, edebiyat dilinin Farsça olarak benimsenmesi dili önemli ölçüde olumsuz etkilese de Türk dili tarihinin yeniden yazılmasını sağlayan ve Türkçenin bilinmeyen pek çok yönünün anlaşılmasına aracı olan Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü dil üzerine yeniden düşünmemizi zorunlu kılar. Dilimize dair tespit ve ihtiyaçlar listesini de buradan başlayarak yapabilirsek yeni ve yeniden bir kültürel uyanışın kapısını da aralamış olacağız. Türkçe sözlükçülüğünün atası Kâşgarlı Mahmud’a da bu vesileyle rahmet olsun.

Dillerinden bir şekilde uzaklaşanların zamanla tarih, kültür ve medeniyetlerinden de koparak yok olduklarını biliyoruz. Bu tespitin en acıtıcı birkaç örneğini Selçuklu Devletleri üzerinden hatırlarız.  Suriye ve Filistin topraklarında egemen olan Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra oradaki halkın Araplaşarak Suriye Arap Devleti’ne dönüşmesi ilk örneklerdendir. Mısır'da kurulan Memluklu Türk Devleti de zamanla Araplaşmış ve dil, kültür ve birikimiyle yok olmuştur. Batıda önce Hıristiyanlaşan sonra Sılavlaşan Türkçe konuşan Türk boyları da benzer bir akıbetle yok oldular. Batı Hun Devleti bunun tipik örneğidir. Finliler, Bulgarlar hatta Macarları da bu babda zikretmek mümkündür. 

Göçebeliğe rağmen Anadolu ve Azerbaycan’da Türkçenin önemli ölçüde direnebildiği ve varlığını sürdürdüğü hatta Osmanlı hanedanının egemenlik coğrafyasında Osmanlı Türkçesi ismiyle farklı dillerden kelime alıp vererek ve aldığı kelimeleri ses ve yazılış olarak dönüştürüp büyük bir kültür ve medeniyet dili kurduğunu ve bunu üç kıtada egemen kıldığını, etkilerinin Balkanlar, Ortadoğu ve Karadeniz’in kuzeyinde hâlâ yaşadığını biliyoruz.

Geçmişte Farsça ve Arapçanın tesirinde kalan Türkçe, tarihimizin son iki yüzyılında ve günümüzde zıttı bir felâketle karşı karşıya kalmıştır. Dinler ve inançlar üzerinden maruz kaldığımız ilk tecrübelerin aksine yeni dil felâketi dünkünden daha acı ve tehlikelidir. Geçmişte bu hastalığa duçar olanlar yalnızca devlet adamları, dönemin elit sınıfı ve çevrelerindeki kültür-sanat erbabı ile sınırlı iken bugün Batı dilleri ile yapılan eğitim, medyanın dil tahribi ve iş çevrelerinin dil züppeliği sayesinde yayılmaya devam ediyor. Hatta devlet destekli, iletişim ve ilmî kurumlar destekli olarak yoğun bir yabancılaşma ve dilden kopuş yaşanıyor. Sağlık Bakanlığı’nın CANKURTARAN araçlarının AMBULANCE olarak ortalıkta dolaşması ve Türkiye'nin dünya ölçeğindeki büyük markası Türk Hava Yolları dergisinin isminin SKYLIFE olmasını hatırlatalım. Bunlar ilericilik ve gelişmiş medeniyetin bir göstergesi ve icabıymış gibi yansıtılıyorsa bu, daha da anlaşılması zor bir aymazlıktır. 

Kültürel ortam ve dijital iletişim dil alanındaki olumsuz etkileşime ek olarak anlamsız ve anlaşılması mümkün olmayan bir melezleşmeye sebep olmaktadır. Kültür ve medeniyet ile aidiyet sınırlarının kaybolduğu, mahalle, kasaba, kültürel mahal sınırlarının ortadan kalktığı ve “dijital mahalle” sınırlarının olmadığı bir ortamda dilin, kültür ve medeniyetin hatta gelenek, değer ve inançların korunması da gittikçe zora girmektedir. Güncel ve acil çözüm bekleyen dil ve dil ile ilgili meselelerin (telâffuz, imla ve kelime-terim-kavram) acil çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Kontrollü medya kuruluşlarının bu anlamda denetlenemediği hakikatinden hareketle dijital algı aparatlarının dilini, yaklaşımlarını, insanî duyarlılığa saygılı olmalarını beklemek safdillik olur.

Dilde hep hayal kırıklıkları ile karşılaşıldı. Meşrutiyet nesli ve aydınları Türkçenin hamisi olarak ortaya çıkıp günlük dilde yazmayı ve bu Türkçenin bilim dili olması gerektiğini söylerlerken Fransız kültürünün etkisindeydiler. Türkçeden Arapça ve Farsça kelimeleri tasfiye ederek yerine Fransızca kelimeler doldurdular. Cumhuriyet nesli alfabeden başlayarak dile ihanet etti ve kadim lügati çöpe atarak 800-1000 kelimelik uydurmaca bir “tilcikler defteri” ürettiler. Bugün kimi roman üreticileri metinlerini İngilizce yazarak tercüme ettirdikleri metinlerini birer meta olarak pazarlıyorlar. Artık birilerinin halkın dilini bozan, geleneğin, inanç ve kültürün kadim diliyle dalga geçen bu metin üreticisi “yazı atölyelerinin” ürünü yazıcılardan kurtulması gerekiyor. Türkçenin temel eserlerini okumayan, Osmanlı Türkçesi lügatinin kapağındaki kelimeyi okuyamayan türedi aydınların ihanetinden kurtulmak için yeni ve doğru stratejilere ihtiyaç var. Avrupa ve Amerika’da eğitilerek Türkiye'de yazıcılık ve gazetecilik yapan müstağrip yarı aydınların yanı sıra Türkiye'de yabancı dille eğitilen sömürge ülke aydın tipli maskeli ve her konuda uzman cahiller, ürettikleri taklit müsveddelerle genç dimağları iğfal etmeye devam ediyorlar. 

İmparatorluklar çağında Arapça ve Farsçaya teşne bir kısım mollanın torunu, bugünün hakikatini “Batıya hayran” olarak fırdöndü bir uyanıklıkla yapmaya devam ediyorlar. Dilde ve dinde rotasını yitiren nesiller her alanda melez bir dünya görüşüne tâbi olarak yaşamaya çalışıyorlar. Başkasının evindeki misafir, her odada tedirgin ve yalnızdır. Dilediğince hareket edemez ve evde bir değişiklik de yapamaz. “Dili ev” olarak tarif eden düşünce insanları, başkalarının evinde yapamadıkları değişiklikleri kadim geleneğin evinde ne kadar yapabilirler?

Türkçeyi beğenmeyen sentetik ve türedi bir kuşak plazalarda, plazalar dışında anlaşılmayan bir dil ile konuşmakta ve yazışmaktalar. Kimileri de büro dili olarak İngilizceyi tercih ederek daha yabancı bir dünyada yaşamayı tercih ediyor. Türkçenin yeniden kültür, medeniyet ve ilim dili olarak temayüz etmesi ve Türkçe düşünerek yazanların yeterli kelime ve kavramla yazabilmeleri için ilk öğretimin ikinci kademesinden başlayarak öğrencilere Osmanlı Türkçesini öğretmek zorundayız. Osmanlı Türkçesini öğretmekten maksat Osmanlı arşivi belgelerini okutmak değil. Geçiş devri münevverlerinin metin ve şiirlerini okuyup anlayacak düzeyde bir Osmanlı Türkçesi bilmeleri yeterli olacaktır. Daha anlaşılır bir ifade ile Nutuk’u okuyup anlayacak düzeyde kadim Türkçe bilgisine vâkıf olmak kâfidir. Bu dilimizi yeniden konuşmamızı ve bu dille yeniden yazmamızı sağlayacaktır.