Dil ve Edebiyat (191. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Kültür Dünyasına Yeni Bir Pencereden Bakmak
ÜZEYİR İLBAK
Uzun zamandır kültürel iktidar, dijitalizmin iletişim ve bilgi edinme imkânlarını ortadan kaldırdığı, dünyanın üretilen algı ve yanılgılarla başka mecralara sürüklendiği, görünür olma çabalarının hakikati yok ettiği, istatistiki verilerin hikemî olanı ve hikmet arayışını akamete uğrattığı gibi meselelerden yakınıyoruz. Kültür, sanat, edebiyat ve siyaset etrafında kutuplaşmanın ve ayrışmanın ülkemize ve insanlarımıza verdiği zararlardan topyekûn yakınıyoruz. Jan Budiryah (Jean Baudrillard), farklı zamanlarda yazdığı makalelerin toplanmasından oluşan ve “Tam Ekran” başlığı ile Türkçeye çevrilen eserinde yaşadığımız zaman aralığını şöyle tarif eder: “Video, etkileşimli ekran, multimedya, internet, sanal gerçeklik: Karşılıklı etkileşim bizi her yandan tehdit ediyor. Her yerde mesafeler birbirine karışıyor, her yerde mesafe ortadan kaldırılıyor: Cinsiyetler arasında, zıt kutuplar arasında, sahneyle salon arasında, eylemin başkahramanları arasında, özneyle nesne arasında, gerçekle gerçeğin sureti arasında bir mesafe yok artık.” Böyle bir dünyada “zihinsel diaspora”nın hayatımızın her anı dolduğunu ve bizi olmayan “şeylere” ikna ettiğini görüyoruz. Mesela İsrail, ABD ve yandaşlarının temin ettiği öldürücü mühimmatla bölgede ekseriyeti çocuk ve kadın elli bin kişiyi katletti. Ardından dünyanın önemli yayın organlarında “İsrail’e zarar veriyorlar, yetişin dostlar” bağırışlarıyla zihnimizi formatlıyorlar.
Böylesine karanlık ve şerefsizlikler çağında, onursuz güç sahiplerinin egemen olduğu bir dünyada bize “iyi şeyler de oluyor.” dedirten iki önemli edebiyat şölenine tanıklık ettik. Rami Kütüphanesinde Nuri Pakdil “Sevgili arkadaşlar, hepinizi; anti kapitalist, anti Siyonist, anti faşist, anti emperyalist ve Türkiye’ye özeline ait olmak üzere anti Firavunist bilinçle selamlıyorum. Ne mutlu Müslümanım diyene!” şeklinde selamladı.
Ekim ayı içerisinde Boğaziçi Üniversitesi’nin kurulduğu yıllarda kilise olarak kullanılan daha sonra Bilim Salonu olarak bilinen ve 1872’den 1901 yılına kadar (kolej olarak kullanıldığı yıllar) bu salonda ders veren doğa tarihi profesörü Albert Long’un ölümünden sonra isminin verildiği üniversitenin etkinlik salonunda Adalet Ağaoğlu’nun misafiri olduk.
Nuri Pakdil Ketebe’de
1950’li-60’lı yıllarda doğan neslin öncüleri ilginç vasıfları olan insanlardı. 1920’li-30’lu yıllarda doğup bize öncülük edenlerin eserleri, fedakârlıkları, yoklukla mücadele ederek çıkardıkları dergilerle bir nesli inşa ettiler. Karanlık zamanlarda mağaranın köşesindeki
Kültür Dünyasına Yeni Bir Pencereden Bakmak
[email protected]
kuytuda küller arasında kalan bir közü üfleyerek karanlığı yaran nesil kalplerindeki samimiyet ve menfaatten vareste duruşlarıyla önemli hizmetler gerçekleştirdiler ve pek çok insanın yetişmesi için yokluklar içinde harçlık ve devlet memuru maaşıyla bir dünyayı yeniden tasarladılar. Cumhuriyet’in ilanıyla kültür coğrafyasının kapısına çelik zırhlardan bir duvar örüldü ve nesiller birbiriyle konuşamasın diye önce harfler değiştirildi; ardından kelimeler tasfiye edildi ve bu iki eylem sonunda bir nesil dini, kültürü, medeniyeti ve bin yıllık edebî mirasından koparıldı. Bu büyük kopuşu inşa edenler 20’li-30’lu yıllarda doğup, dinleyerek el yordamıyla öğrenebildikleri dini ve kültürel mirası yoğurarak bir mum yakmaya muvaffak oldular. Bu isimlerden biri de “Yürü kardeşim/Ayaklarına Kudüs gücü gelsin” diye seslenen rahmetli Nuri Pakdil’di. Vefatının beşinci yılında eserlerinin KETEBE Yayınları tarafından yayımlanacağı duyurusunu takip etmek üzere Rami Kütüphanesi’ndeydik.
1970’li yıllarda Edebiyat dergisi ve özgün kitap yayınlarıyla ufka bir pencere açan Pakdil, inişli çıkışlı fakat hep klas duruşuyla bizim neslin zihin dünyasına format atan öncü isimlerdendi. Kendine has duruş ve tavrıyla sözü eğip bükmeden söyleyen nadir isimler arasındaydı. Enis Batur 1994 yılında Milliyet gazetesindeki köşesinde “Yaklaşık on yıldır tek satırına rastlamadığımız Pakdil, benim gözümde 1970’li yılların en özgün yazın adamlarından biriydi: Kurcalayıcı bakışı, soyadına uygun dili, ince ince yontulmuş üslubu, dünyayı göğüsleyişindeki acılı ama umutlu yoğunluğuyla özel bir yazar” dediği Nuri Abinin sükût yıllarına dair bir metin kaleme almıştı. 80’li yılların ortasında sükût durağına sığınan Pakdil’in dili, üslubu ve eylemine dair ne söylenebilir? “Dilimin döndüğünce konuştum” ve “Sükût Sûretinde çok koyu düşer ses” söylemi onun sustuğunu mu, daha derinlerden konuştuğunu mu anlatır? Kendi adıma derinlere, bir kuyuya sığınıp konuşmayı sürdürdüğünü söyleyebilirim.
Enis Batur adı geçen yazısındaki mütalaasında/değerlendirmesinde “Tahmin yürütmenin uzun boylu bir anlamı yok gerçi; gene de kirlenen, gitgide kirlenen bir ortamın dışında durarak paklığını koruma çabası verdiği inancı ağır basıyor bende. Nuri Pakdil’i, kültürel bağlamda erozyonun hızlandığı bir dönemde geri çekilmeyi tek doğru çözüm yolu saymış seyrek ermişlerden biri olarak değerlendiriyorum” diyordu. Dijital ve malumatfuruş lakırdıların kültür ve edebiyat dünyamızı kuşattığı bir tarih aralığında Pakdil eserlerinin KETEBE’de onun lisanıyla “Özenle koruduğum her şeyi/ Saçtım Doğu Çarşı’larına” dönmesi değerli bir armağan gibi. Eserlerinde Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul’u kardeş kılan; Asya ve Afrika’dan seslenen, sözünü Paris sokaklarında da en doğulu duruşuyla aktaran Pakdil’in mutandan törenindeki kimi gereksiz kıyaslama ve alışık olduğumuz kültürel yetersizliği örtme diliyle oluşturulan çabaların anlamsızlığına değinmeden Nuri Pakdil’in eserleriyle Ankara’dan İstanbul’a hicreti ve kültür hayatımıza yeniden atacağı format için çıktığı yeni yolculuk “kutlu olsun”.
Boğaziçi Üniversitesi Yayınları ve Adalet Ağaoğlu
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Adalet Ağaoğlu’nu doğum günü olan 23 Ekim’de yayınladığı ilk dört eserinin tanıtım programı çerçevesinde andı. Vefatından önce altı bin civarındaki kütüphanesi ile kişisel eşyasını Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlayan Ağaoğlu’nun “Dar Zamanlar Serisi” olarak adlandırılan dört kitaplık ilk serisi bir set şeklinde okurla buluştu.
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Berat Açıl’ın eserler, yayınevi ve yapılacak yayıncılıkla ilgili yaptığı sunumun ardından Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, açış konuşmasında modern edebiyatın güçlü kalemi Adalet Ağaoğlu’na 2018 yılında fahri doktor unvanı verildiğini hatırlattı. Batı’da örneklerini çoklukla gördüğümüz, ülkemizde nadir olarak karşılaştığımız vefat eden şair ve yazarların kütüphaneleri ile değerli eşyasının korunması geleneğinin üniversite üzerinden sürdürülmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Zamanla bu mirasın tasnif edilerek bir enstitüye dönüştürülmesi ve üzerine akademik çalışmaların yapılmasının kültür birikimimiz, sosyolojik değişim süreçlerimiz, ülke insanının farklı zamanlarda birbiriyle kurduğu ilişkiler ve geleneklerimizin bilinmesi/korunması bakımından önemlidir.
Dar Zamanlar
Ağaoğlu’nun önemli roman serisi Dar Zamanlar alt başlığıyla Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi ve Hayır’dan oluşan üç kitaptı. Üniversite son romanı Dert Dinleme Uzmanı’nı da seriye dâhil ederek yayımlamış. Bu seriye dâhil romanlarında yazar “zaman” kavramını merkeze alır. Bundan dolayı da çağdaş Türk romanın “zaman ustası” olarak değerlendirilir. Romanlarında aydınların birbirleriyle ve toplumla kurdukları ilişkilerdeki sorunları ele alan Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak romanında Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren dönemin egemen ideolojisini, kentleşme, 1970’li yıllara kadar yaşanan toplumsal ve siyasal dönüşümleri, toplumun farklı kesimleri üzerindeki etki ve tutarsızlıklarını Aysel karakteri üzerinden anlatır.
Bir Düğün Gecesi’nde Ağaoğlu; darbeleri, toplumun maruz kaldığı kaos dönemlerini, bir düğün gecesinde aynı mekânı paylaşan karakterlerin iç çatışmaları üzerinden okuyucuya anlatır. Modernleşen Türkiye’nin trajik hesaplaşmalarını, modernleşme sancılarını/sanrılarını, değerlerin değişimlerini kendine has bir üslupla anlatır. Serinin üçüncü kitabı Hayır bunalımlar, hesaplaşmalar ve iç çatışmalar etrafında yazılmış bir eser. “Hayır” demenin sorumluluk yükünü hatırlatır. Kitap bir vicdan muhasebesi olarak okunabilir mi?
Seriye dördüncü kitap olarak eklenen Dert Dinleme Uzmanı, “başkasının dertlerini dinleyen; dinlerken tükenen bir adamın gözünden” hayatı ve çevresiyle yaşadığı çatışmaları ele alır. Bir yayın editörünün hayatı etrafında dönen olayları okuma ve yazma eylemi ile ilgili olan herkes okumalı bence. Yer yer dil tartışmaları ve dilimizi korumadaki “trajik başarımızın” fotoğrafı da çekilir.
Sonuç olarak bir yazar ve şair terekesinin enstitüye dönüştürülmesi sürecinin en önemli örneklerinden biri Yahya Kemal Enstitüsü’ydü. İstanbul Üniversitesi’ndeki Ahmet Hamdi Tanpınar terekesi de kültür ve edebiyatımızın bir dönemi için oldukça önemli bir emanettir. Bazı yazarlarımız adına kurulan ve kurulacak vakıfların en azından davullu, zurnalı, danslı, eğlenceli “kültür festivallerine” (!) harcanan bütçeler kadar desteklenmesi temennisi ve umuduyla!
***
Cumhuriyet 101 yaşında. Hukuk ve adaletle büyütülerek, ekonomik gücünü zirveye taşıyarak ilelebet yaşaması duasıyla kutlu olsun.