Dergi Detay

Dergi Resmi

Dil ve Edebiyat (193. Sayı)

Dergi Ücretsizdir

Âkif’in ‘Müslüman Yurdu’ ve Vefatı Üzerine

ÜZEYİR İLBAK

27 Aralık 1936 yılında İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda “sessiz gök kubbe
altında, sessiz yürüyerek, sözünü sessiz söylerken volkanların öfkesini hatırlatan…”
Âkif vefat etti. “Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;/ İnler Safahat’ımdaki
hüsran bile sessiz!” diyen şairin vefatı, dönemin iktidarı tarafından görmezden gelinerek
“sessizce gitmesi” beklenirken; Balkanların kaybedilmesinde, Birinci Dünya
Harbin’de, Çanakkale Şehitleri’nin hatırası karşındaki heyecanını “Bu taşındır diyerek
Kâ’be’yi diksem başına” diye haykıran, Kurtuluş Savaşı’nın her anında Anadolu topraklarını
arşınlayan, savaş bitince de İstiklal Marşı ile dönemin destanını yazan şairi,
“Müslüman yurdu”ndaki vefakâr insanlar fark ettiler ve sahip çıktılar.
O günü merhum H. Basri Çantay Âkifnâme’de “Beyazıd camii önünde bekliyorduk.
Nihayet belediyenin ölüm kadar soğuk fakat süslü otomobili geldi. Çıplak tahtaları
bir vefasızlık şahidi gibi sırıtan mühmel bir tabutu Âkif’in cenazesi diye musallaya
götürdük.” sözleriyle anlatır. Bir esnaf dükkanından bir bayrak getirip tabuta örter.
Cenaze namazı kılınır ve tabut yeniden arabaya alınmak istenirken üniversite gençliği
cenazeyi vermez ve Edirnekapı’ya kadar omuzlarda taşır. Ertesi gün bazı gazeteler
“Gençlik büyük şairin tabutunu eller üstünde taşıdı.” manşetiyle çıkar.
Çantay: “Milletinin şehitlerine: ‘Gömelim gel seni tarihe’... desem sığmazsın diyen
Âkif’i nasıl unutabilirdik? ... Amma olmadı... Âkif, yurdunda, fakat sağlığı gibi hastalığına
da lâkayt ve alâkasız kalan bir muhitte gözlerini yumdu. Ne garip?” diye
yazacaktı.
Âkif: “– Beni kürsüde görüp, vazedecek sanmayınız;/Ulemâdan değilim, şeklime aldanmayınız!
/Dinin ahkâmını zaten fukahânız söyler, /Anlatırlar size bir müşkiliniz
varsa eğer, / Bana siz Âlem–i İslâm’ı sorun, söyleyeyim;/ Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim,
görmediğim. / Şark-ı Aksa’dan alın, Mağrib-i Aksâ’ya kadar,/ Müslüman
yurdunu baştan başa kaç devr’im var!” derken görevini bi’hakkın yapmış ve “Müslüman
yurdu” yangın yeriyken birkaç defa (devr) Necid çöllerinden Kuzey Afrika’ya hatta İngiliz
cephesinde Almanlara esir düşen Müslümanlarla konuşmak üzere Berlin’e bile gitmiş
fedakâr bir insandı. Bundan dolayı “Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;/ İnler
Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz!” diyerek veda edecekti. Ardında vasiyet gibi “Toprakta
gezen gölgeme toprak çekilince/ Günler şu heyulâyı da er geç silecektir/ Rahmetle
anılmak, ebediyyet budur amma/ Sessiz yaşadım kim beni nereden bilecektir?” sözleri
yankılanarak karşılık bulacaktı.
Meşrutiyet döneminde yetişip birikimlerini Cumhuriyet Türkiye’sine taşıyan edebiyatçılar
içinde en bilinen ve üzerine en çok çalışma yapılan Âkif’i vefatı dolayısıyla yeniden
hatırlar ve hatırlatırken; onun “Müslüman Yurdu”nda neler olup bittiğini de bir nebze
hatırlamak ve hatırlatmak istedim.
Safahat’ı ve metinleri incelendiğinde Âkif’in “Müslüman Yurdu, vatan ve yurt” idraki ile
ilgili düşüncelerinde önemli ölçüde Namık Kemal’in tesirini görürüz. Safahat bu temanın
farklı tasvir ve anlatılarıyla okuruna yol açar. Namık Kemal için vatan siyasî ve dinî bir
olgu olarak karşımıza çıkar ve Balkanlar’dan İstanbul’a boydan boya Namık Kemal’den
sonra Orta Doğu olarak tarif edilen coğrafyayı geçerek Mekke ve Medine’yi kucaklayan
ihtişamlı bir coğrafya olur. “Vaveyla” şiirinde bir kadın tasviri üzerinden vatan tarifini
somutlaştıran Namık Kemal için Tanpınar ve öğrencilerinin tespitleri şöyledir. Onlara
göre Türk Edebiyatı’na “vatan, millet, istiklal” kavramlarını sistemli bir şekilde taşıyan
kişidir. Tanpınar, Kemal’in zihin ve düşünce dünyamıza ‘hürriyet’ kavramını taşıdığını ve
“Kemal’in başka hiçbir meziyeti olmasa dahi hayatımıza sokmuş olduğu bu kavramın
bile tek başına onu tarihimizin en büyük ve en istisnai hadiselerinden biri yapmaya
yeterli olduğunu” söyler. Buna ilaveten “hiçbir kimsenin tesiri, edebiyatımızda gerek
cemiyetimizde Namık Kemal’inki kadar olmamıştır” der.
Âkif’in yaşadığı devirde Namık Kemal’in ihtişamlı vatanı peyderpey parçalanarak küçülmüş
ve perişan halde olsa da “Müslüman Yurdu”dur ve “Sahipsiz, olan memleketin
batması haktır.” Bu vatan yitirilirse Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar bütün ümmet,
“Müslüman Yurdu”nda her türlü zulme maruz kalacaktır.
Hint-Pakistan ve Kuzey Afrika ile Sahra Altı Afrika’nın Batı emperyalistlerce sömürgeleştirilmesi
ve bu işgalin Malezya-Bengaldeş’e kadar genişletilmesiyle başlayan yağmalama;
Birinci Dünya paylaşım savaşı ile Akif’te gönül kırıklıkları yaratmıştır. Balkan
katliamları ve büyük göçü, Kafkaslarda yaşanan zulüm ve tehcir (o tarihlerde uluslararası
literatürde soykırım tanımı yok.), Çanakkale direnişi, Orta Doğu, Hicaz ve Kudüs’ün
kaybı Âkif’in zihin dünyasını vatanı gibi paramparça etmiştir. Bu sarsıntılara rağmen
her şeyi İstanbul’da bırakarak Sebilürreşad klişeleriyle Anadolu’ya geçerek büyük direnişe
destek vermiş ve Kurtuluş Savaşı’nın manevî önderliğini hakkıyla yerine getirmiştir.
“Çanakkale Şehitleri”, “Bülbül” ve “İstiklâl Marşı” ile vatan şuurunu destanlaştıran Âkif’i
rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.