Dil ve Edebiyat (194. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Kalbi Olmayanın Yüreği Yanar mı?
ÜZEYİR İKBAK
Dünyevileşme sürecinin dinî terimlerle de desteklenerek; kazanç-inanç ilişkisi, kazanç-ahlak
ilişkisi, kazanç-politik kişiler ilişkisi ekseninde eski bir saltanat-din ilişkisinden modernleştirilerek
meşrulaştırılması sonucu yaşadığımız veya bize yaşatılan felaketler hiçbir
siyasi, politik ve ideolojik anlayışla tanımlanamayacak ve telif edilemeyecek bir noktada.
Kar içinde eksi derecelerdeki soğukta ısınmanın zorluklarını yaşayan çocuk, kadın ve erkekler;
az masrafla çok kazanmak için tedbir almayan ve her türlü kazancı meşru kabul
eden yatırımcı, doğru denetlemeyen devlet bürokrasisinin farklı kademelerindeki yetki
sahibi sorumsuz (!) kişilerce katledildi. Kiminin kaza, kiminin kader, kiminin tedbirsizlik
olarak birilerine yutturmaya çalıştığı olayın tek bir tarifi var: Taammüden katliam!
Siyasi kadrolarca birbirine ihale edilen yetki ve sorumluluk tartışması ile mesele kardan
adam ömrü anlayışına fatura edilemeyecek kadar önemlidir. İhmal ve vurdumduymazlık
düzeyinde politik aks üzerinden yapılan tartışmalar, "Şark kurnazlığı ve kasaba siyaseti
anlayışı" düzeyende yapılan kahvehane atışmalarıyla örtülememeli ve kamu adına şeffaf
davranışlar sergilenmelidir. Siyasetle ve farklı taraflarla "doğru ve karşılıklı menfaat ilişkisi
kuran yatırımcı", muhtemelen aynı ilişkiyi din üzerinden çevresiyle de kurarak otelinde
yapmadığı zorunlu işlerden artırdığı parayla köyüne, kasabasına veya bir siyasetçinin
talebiyle herhangi bir yerdeki cami ve kuran kursuna parasal destek vererek "vicdanî bir
arınma" da yaşamıştır. İnsan hayatını koruyacak tedbirlerden tasarruf ederek dinî kurum
ve kuruluşa yapılan hiçbir bağış, "bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüştür" ilahî
buyruğunun hükmünü ortadan kaldıramaz ve sermayeyi aklayamaz. Otel siyasi bir kararla
kamuya ait ormana kurulmuştur. Siyasi bir kararla yolu açılmış, elektrik çekilmiştir.
Siyasi organizasyonlar içindeki kişilerce verilen izinler sonucu inşaat yapılmıştır. Daha
sonra kat çıkılmasına göz yumulmuştur. Bolu Belediyesi’nden Ankara bürokrasisi koridorlarına
uzanan ilişkiler ağında çalışma izni verilmiş ve otel sahibi matah bir yatırımcı
olduğu imajı ile Kültür Bakanlığı Turizm Geliştirme Ajansı yönetiminde görevlendirilmiştir.
Her devre uyum sağlayan "pragmatist tiplerden" olan yatırımcı benzeri birçok çıkarcı
tip, parti ve ideoloji farkı gözetmeksizin siyaset kurumu mensupları etrafında pozisyon
almışlardır.
İnsanlar, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi dine ve etnik kimliğe ait olurlarsa
olsunlar insanlığın ortak değerlerinden ve ahlaki duyarlılıktan büyük bir kopuş yaşıyorlar.
Yaşadığımız çağı akıl ve sosyal dayanışma çağı olarak tanımlasalar da nitelik
ve standardı tanımlanmamış akıl ile huzur, dayanışma ve ahlaki bir yaşama standardı
sağlamayan sosyal dayanışma/sosyalleşme huzur ve refah vadetmiyor.
Yaşadığımız çağ insanı, vicdan nehrinden yararlanma kapasitesi sıfırlanmış kalbi olmayan
çarpım tablosunun mekanik ölçümlemesiyle kâr-zarar hesabı yapan, kazanç yönünde
her yöntemi meşru gören zavallı bir varlık. Vicdan nehrinden insanlık idrakinin anlamını anlayan
ve hayatın nimetlerini paylaşama kapasitesine sahip olanlar da gönlü kırık acılı insanlar.
İdeolojik ve dogmatik kutsalları ile siyasi holiganlıklardan uzak insanlar gücün egemenliğine
teslim olmadan adil ve ahlaklı bir dünyada yaşamak isteseler de bunu başaramıyorlar.
Ülke kutuplaşmış siyasetçilerle, bölgecilik aidiyetleri ve hemşeri dayanışmasıyla yukarıdan
aşağıya her alanda pazarlığa malzeme yapılmış bir çıkmazda. Kifayetsiz muhterislerin hısım
akraba ve siyasi aidiyetlerle oturdukları yerlerde haramileştiği ahlaki hassasiyetlerin
yok olduğu; sadakat ve itaatin belirleyici olduğu bir bataklıktayız. Bu tespit farklı olma iddiasındaki
bütün siyasi kamp mensupları için geçerlidir. Alkollü araç kullanandan, camiden
çıktığında aracına kesilen cezayı gören insana kadar her kes “benim kim olduğumu biliyor
musun?” sorusu ile birilerini tehdit ediyor. Türkiye’nin mümbit bir diyar olduğun farkında
olan haramiler dört bir yandan kemirdikleri aziz ülkenin bitmediğini gördükçe iştahları artarak
sızmaya devam ediyorlar. Keçecizâde Fuat Paşa’ya atfedilen “En kuvvetli devlet, bizim
devlettir. Zira siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz, yine yıkılmıyor.” dediği söz hâlâ
geçerli. Yüksek gelir ve kazancının vergisini vermeyen, aldığı teşvikleri fatura numaralarıyla
yatırım yapmadan iç edenlerin iş insanları olarak değer gördüğü yamyamlar dünyasındayız.
Bolu’daki otel yangını kutuplaştırıcı siyaset anlayışının yanı sıra ihmalkârlığın, kayırmacılığın,
hak edilmemiş kazançlarla insan canına kıymanın, cila ve makyajın pazarlama unsuru
olarak öne çıkışının bir göstergesiydi. Standartlara uygun olmayan yangın merdiveni, olmayan
alarm, standart dışı yön levhaları ile yönünü bulamayan insanların toplu hâlde yakıldıkları
bir vahşet sahnesiydi.
İyi örnek olarak gösterilen bir diğer otelin de yön levhaları maalesef standart dışıydı. Acil
çıkış levhaları TSE verilerinde “kırmızı zemin üzerinde kaçan insan figürü” iken gördüğümüz
kaçış levhası yeşil zemin üzerindeydi. Daha vahim olanı ise levha ve yangın kapısındaki bilgilendirme
yazılarının İngilizce olmasıydı. Rusya’da Kiril harfleriyle Rusça, İngiltere’de İngilizce,
Almanya’da Almanca olan uyarı levhalarının Türkiye’de neden İngilizce olduğunu bilen var
mı? Türkiye, İngiltere ya da ABD’nin mandası da kimsenin haberi mi yok? Ya da Türkiye’de
her kes İngilizce biliyor da bizim haberimiz mi yok!
Türkiye’de haramilik, bir efendinin cübbesi altında Allah adına veya devletin kurucu ideolojisine
yaslanarak yapılıyor. Kimi zaman iki görüntü bir karede de karşımıza çıkabiliyor. Ara
sıra da haramiliğin meşrulaştırılma mekanizması bir cami veya kuran kursuna ya da dindar
yetiştiren (!) bir yurt binasına yapılan bağış olarak görünüyor. Farklı aidiyetlerle kamu imkânlarını
yağmalayarak istisnai vatandaşlık hakkından yararlananlar, vatandaşların geçinme
ve yaşama haklarına tecavüz ederken bile kendileri dışında herkesi suçlu ilan edebiliyorlar.
Türkiye eğitim sistemi artık “işini bilen vatandaş” yerine “ötekinin hakkına riayet eden
ahlaklı vatandaş” yetiştirmeye odaklanmalıdır. Dürüst ve çalışkan insanlar çoğalırken işini
bilen haramilerin daha da çoğalması bizi daha büyük tehlikelere sürüklüyor.
Varsıl olmak kişiyi kültürlü, ortak değerlere saygılı, hakkaniyet sahibi ve ahlaklı bir insana
dönüştürmüyorsa, kazandıkça oduncu iyi insan Ali Baba karşısındaki birer harami oluyorsa
bu ülkenin geleceğine zarar veriyor demektir (Bir iyiye karşı kırk harami). Son yangın olayındaki
ilişkiler ağı ve geçirgenliği bu ülkenin paradigmasının değişmesi gerektiği hususunda
önemli veriler sağlıyor. Soygunla edinilen serveti, internet ve sosyal mecralarda köpürtülen
masallarla meşrulaştıran; kamuya ait köy merasını “mesire alanı lejantı ile” kiralayan, kurduğu
tesislerde asgari düzeyde can güvenliği sağlayıcı tedbirleri almayan ve vergi vermeden
lüks yaşayan insanlara iltifat edilen zamanlardayız. Bu utancı hak etmeyen çoğunluk
artık sesini yükseltmeli ve haksızlığı meşrulaştırmaya