
Dil ve Edebiyat (197. Sayı)
Dergi Ücreti : 18 ₺
ÜZEYİR İLBAK
Türkçe Okur Yazar Kaldı mı?
Türkçenin Batılılaşma tarihi ile paralel giden trajedisine dair yapılan çalışmalar hız kesmiyor. Tanzimat, Birinci ve İkinci Meşrutiyet siyasî hamleleri devrinde yaşananlara Alfabe değişikliği eklenerek (Birileri Türk Dil Kurumu’nun kuruluş tarihini Dil Devrimi olarak nitelese de bizce yanlıştır. Yapılmak istenenlerin çıkmaz olduğu fark edildiğinde bu iddiadan vazgeçilmiştir. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 550-552, Pozitif Yayınları-İstanbul) kültür ve medeniyet geleneğinden kopuş, devlet eliyle gerçekleştirilmiş oldu. Aile içi dil anlaşmazlıklarından, anadili hissiyatının kaybından, dilin manevî seslerini yitirmesinden başlayarak bilinen tartışmalara burada girmeyeceğim. Ancak kelime tasfiyesi, dilin kültür havzası kavramlarından koparılması neticesinde Türkçe düşünme ve yazma kapasitemizi önemli ölçüde zayıflattık. Bu kısırlaşmaya laik-seküler anlayışın hâkim olmasıyla dil, manevî dünyayı anlatan kelime ve kavramlarını da kaybetti.
Cumhuriyet nesli, Mustafa Kemal’in meclis kürsüsünde kullandığı "baysal utku"dan vazgeçmesine rağmen “tilcik” uydurmaya devam etti. Batılılaşma, Avrupalılaşmayı seküler ve maneviyatsız bir dil paradigması ile gerçekleştirebileceklerine olan inançlarını kaybetmediler. Türkçe'nin semantik/anlam alanını ve fonetik/ses yapısını yıkarak, toplumu sentetik bir dille düşünmeye, yazmaya ve konuşmaya zorladılar. Dil, dayatılan modernliğin yanısıra modernizmin bir aracı hâline getirildi (modern ve modernizim aynı anlamda kullanılmadı). Tevarüs ettiği birikim, yaslandığı kültür ve medeniyet coğrafyası görmezden gelinerek üretilen bozuk Türkçe, zaman içerisinde kelime, kavram ve sesini kaybetti. Dili zayıflatanlar, bir süre sonra “Türkçe ile bilim ve felsefe yapılamayacağı” yalanını üreterek “tilciklerini” kabile dil konuşanların ve dünya ile ilişki kurmadan yaşayanların yetersiz dil bilme düzeyine indirgedi. 19. yüzyıl ideolojisi modernizme ve pozitivizmine yaslanan Cumhuriyet aydınları kelime ve kavramlarımıza yaptıkları müdahalelerle sebep oldukları tahribat bizi, kültür ve medeniyetimize önemli ölçüde yabancılaştırdı.
İki asrı geçen zaman aralığında yapılan dil ve imla tartışmaları hız kesmeden devam ediyor. Birleşik kelimelerin imlası, Batı kökenli kelimeler başta olmak üzere farklı dillerden alınan kelimelerin yazılması meselesi hâlâ önemli tartışma konularının başında geliyor. Kısaltmaların seslendirilmesi meselesi, görsel ve sosyal medyanın yaygın hâle gelmesiyle dili olumsuz etkileyen bir araç oldu. Türkçe kısaltmalar, İngilizce ses yapısına uyularak seslendirildi. Türkçede TV (Te Ve); MSN (Me Se Ne) olarak hecelenirken; Ti Vi ve eM eS eN diyerek İngilizce (!) bilme ayrıcalığına eriştiğimizi mi ilan ettik?
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği; dil, kültür, Türkçe düşünmek ve yazmak meselelerinde iş birliği yaptığı kurumlarla meseleyi gündemde tutmak, çözüm önerileri yapmak ve edebiyat kamuoyunu bilgilendirmek üzere çalışmaya devam ediyor. Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) ile Türkiye’de okumuş ve okumaya devam eden uluslararası öğrencilerin katıldığı “Türkiye’de Yaşamak” başlıklı bir yarışma yaptı. Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, YTB Başkanı Abdullah Eren ile bazı üniversite rektörleri ve fakülte dekanlarının teşrif ettiği ödül töreni Rami Kütüphanesi’nde yapıldı. Bu yarışma sonunda dil, kültür, sonradan öğrenilen Türkçe ile düşünmenin ve yazmanın inşa ettiği sosyal çevre, aidiyet, eğitim diplomasisinin zeminini hazırladığı birlikte yaşama duygusuna tanıklık ettik. Farklı dil, din, kültür ve medeniyet coğrafyalarına ait insanların Türkiye’de nasıl bir kültürel zenginlikle tanıştıklarını ve değiştiklerini okuduk. Dereceye giren eserlerle birlikte yetmiş civarında metnin kitap olarak yayınlanmasına karar verildi ve kitap olarak yayımlandı. Ortaya çıkan metinlerin bu konularda çalışan kamu kurum ve kuruluşlarının yanısıra bu alanda faaliyet gösteren birçok sivil toplum kuruluşuna da rehberlik edeceğine inanıyorum.
***
Sabahattin Zaim Üniversitesi’yle (İZÜ) yaptığımız "Türkçe Düşünmek, Konuşmak ve Yazmak" çalıştayının açılış töreninde Millî Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı görevlerinde bulunmuş Prof. Dr. Nabi Avcı, İZÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Cevat Acar ve TDED Genel Başkanı Ekrem Erdem birer konuşma yaptılar. "Dil, Kimlik ve Kültür", "Batı Dillerinin Türkçe Üzerindeki Etkisi", "Türkçenin Coğrafi Dünyası", "Konuşma Türkçesi" ana başlıkları ve kapanış müzakeresi ile tamamlanan bir günlük çalıştayda ortaya çıkan metinler yakın zamanda yayımlanarak ilgili çevrelerin dikkatlerine sunulacaktır.
"Türkçe Düşünmek, Konuşmak ve Yazmak” çalıştayı farklı bakış açılarıyla dil meselelerinin tartışıldığı bir zemin oldu. Dil, dilin ait olduğu kültür coğrafyası ve inanç sistemi, tarihi seyri içinde maruz kaldığı müdahaleler, inanç ve kültür coğrafyasıyla inşa ettiği ortak kavramlar ve bu kavramların yüklendiği birikim sunuldu. Kültür ve medeniyet yolculuğunda yaşanan kopuşların tipik örneklerinden biri Prof. Dr. Dursun Ali Tökel’in “Dil Boşluk Kabul Etmez: Ya Melek Ya Zombi” başlıklı sunumuydu. Melek kavramının genç nesilde zombi olarak kavramsallaştırılmasını ironik bir dille anlattı. Bunun üzerine düşünülmesi gerek
Kültür, insan topluluklarının coğrafya, tarih ve kurdukları medeniyet anlayışı ile ortaya koydukları değer ve geleneğin yaşatılmasıyla oluşan şuur iklimidir. Bu birikimin biricik taşıyıcısı söz ve kelimedir, yani dildir. İnsan, dilini ve kavramlarını yitirdiğinde veya değiştirdiğinde ya da başka kültürün kavramlarına teslim olduğunda toplumu ortak bir değerler dünyasında yaşatamaz. Coğrafyamızda Tanzimat’la başlayan kopuş; bugüne kadar Batı normları ölçeğinde de bir değer üretemedi. Münevver, aydın ve entelektüel kavramlarının tarihî seyir içinde yüklendiği anlam kırılmaları bile bizde sağlıklı düşünce ikliminin oluşturulamamasının tipik bir örneğidir.
Bu meselelerin artık alfabe tartışmaları ve “dilde tasfiyecilik” gibi ideolojik ve derinliksiz siyasi tartışmaların dışına çıkarılması gerektiğinin idrakine varmak zorundayız. İşe, kreş ve ana okullarında yabancı dil öğrenerek başlayan bir nesli kurtararak başlamak sorumluluğunu göz ardı etmemeliyiz. Çocuklarımıza doğru ve yeterli bir ana dil öğretimiyle ve sözü sese dönüştürme eğitimiyle başlamak gerek. Bütün bunlar da etkili bir Ana diline saygısını kaybetmiş, dilinin edebî ve kültürel birikimini hakir gören, devletinin diliyle bilim, felsefe ve edebiyat yapılamayacağına inanan bir nesle; tarih, kültür, medeniyet hatta matematik bile öğretemeyiz. Dilini yarım yamalak konuşan, öğrendiğini sandığı yabancı dilin hissinden de habersiz birilerini eğittiğimizi düşünürken aslında her iki dilden de bir şey anlamayan tipler yetiştirmiş oluruz. Milletin kültür birikimi, medeniyeti, edebiyat ile edebî metinleriyle ilişkili bir nesil yetiştiremezsek yarınımızda bu değerlerin hiçbiri olmayacaktır.