
Dil ve Edebiyat (202. Sayı)
Dergi Ücreti : 18 ₺
Dilin Kuralları - Ömrü ve İmlası
ÜZEYİR İLBAK
Dilin gücünü, etki alanını, o dille ortaya çıkan edebiyat ve bilime dair eserlerin sayısı ile niteliği arasında bocaladığımız bir çağdayız. Belki de iki asır önce başlayan açmazların içinden hala çıkamadığımız için. Batılılaşma ile modernleşmeyi birbirine karıştırdığımız, modern ile modernizm arasındaki farkı idrak etmediğimiz, “muasır medeniyet seviyesini şapka, harf inkılabı ve medeniyetten kopuşla yakalayacağımız vehmine kapılıp” Avrupa’yı öğrenmek ve anlamak için oraya yetişmeleri için gönderdiklerimizin döndüklerinde Attila İlhan’ın tespitiyle: “Bizimkiler gidiyorlar ne görüyorlar? Bizimkilerin görüp getirdikleri şu: ‘İyi okulları var, o okullarda münevver yetiştiriyorlar; bizim de bir an evvel bunu yapmamız lazımdır.’ diyoruz ve en yanlış şekliyle yapıyoruz. Yabancı dille tedrisat yapan okullar açmaya başlıyoruz, onlara hizmet ediyoruz ve biz, benim komprador aydın dediğim bir aydın tipi üretiyoruz, Batı hayranı!” Bu yeni aydın tipi diline, kültür ve medeniyetine yabancı. Geleneği ve tarihiyle ilişkileri sorunlu. Dine bakışları, Batı pagan inanışlarına bakışlarından daha kötü.
Bir asırdan biraz fazla bir tarihte başlayan sadeleştirme ve gramer çalışmaları, bir süre sonra alfabe değişikliği ve kültürel kopuşla neticelenerek dilde tasfiyeciliğe ve kelime uydurmaya dönüştü. İmparatorluk dili tasfiye edilirken yapılan ve 1935 yılında yayımlanın Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda 5.000 ila 10.000 arasında madde başı kelime bulunuyordu. 371 sayfalık kitapçıkta tam olarak kaç kelime bulunduğuna dair doğrudan bir sayı verilmemektedir.
İmla, kelime, telaffuz ve yabancı kelimelerin alınmasıyla ilgili tartışmalarda bir standart ve kurallar oluşturulamadı. Latin/Batı kökenli kelimelerle Doğu ve Rusya kökenli kelime ve terimlerin alınmasıyla ilgili yazılan kurallar ikircikli ve Batı dillerine pozitif ayırımcılık yapılacak nitelikteydi. Bu anlayış Türkçeyi, Batı dilleri karşısında savunmasız hale getirdi. Son olarak bir futbol kulübümüzün stadyumuna verdiği Chobani isminin bizim meşhur çoban kelimesinin İngilizcesi olduğuna dikkat çekmek isterim.
Türkiye’nin yeni yüzyıl yürüyüşünde Türkçede geldiği seviye üzerine düşünmeye değmez mi?
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği bu meseleyi yeniden tartışmak üzere İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Uluslararası Balkan Üniversitesi iş birliği ile “Geçmişten Günümüze Türkçenin İmlası” başlıklı bir sempozyum gerçekleştirdi. Türkçe ve imlaya dair pek çok başlığın tartışıldığı sempozyum bildirileri kitap olarak yayımlandığında akademi çevrelerinin meseleleri yeni bir anlayışla değerlendireceklerini umuyoruz.
Taraf kurumlar adına emeği geçen akademisyenlere, destekçi kurumlara Türkçenin gelecekteki gücüne destek oldukları için teşekkür ederiz.
**
Kültürel süreklilik ve medeniyetin yeniden inşası ile kimliğin dil üzerinden melezleştirilmesine fırsat vermemek için dilimizi, imlamızı korumak yükümlülüğündeyiz. Bu yükümlülüğü idrak eden her bir fert; kelimelerin sosyal medya, tabela ve reklamlarla dönüştürülmesine bigâne kalmamalı; melezleşen dilin zihni de iğfal edeceğinin şuurunda olmak zorundadır. Kebapçı dükkânının kapısına “… chef (şef)” yazan aşçı arkadaşımızın kaç kelime İngilizce bildiği kimsenin aklına gelir mi? Bu da gelişmemişlik alameti olarak kayda geçirilmesi gereken bir not! İbn Sina’yı Aveccina yazan hastane isminin ne tür bir Batı hayranlığına sebep olduğu üzerinde düşünmeye değmez mi? Ayrı yazılan birleşik kelimeler, Allah lafzının çoğul yazılarak ilahlarla eşitlenmesi … izah edilebilir mi?
Dilin kültürle bağını kopardığınızda; o dille kültür tarihinize ve dilin felsefesine dair bir metin üretmekte zorlanırsınız. Bu sizi sonradan öğrendiğiniz bir dille bir şeyler yazmaya zorlar; ancak içine doğmadığınız bir dille düşünmek ve hayal kurmak pek mümkün görünmemektedir, istisnaları olsa da. Bundan dolayı imla ve gramer; yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda felsefî bir meseledir.
Akıl ve kavrama (Logos), Antik Yunan’da hem “söz” hem “akıl” hem de “düzen” anlamına gelir. Logos sözcüğü aynı zamanda söz, düşünme, akıl, oran, ölçü … anlamlarını da barındırır. Kelam ve kelime tarih boyunca yüklendiği anlamla değer bulmuştur. Bu bağlamda Hıristiyanlıkta yaratıcı kelam olan Tanrı ile düşünce ve akletme (akıl değil) arasında bir ilinti olmalı. Akledenler de doğru kurallar koyarak dinde, dilde, yaşama biçimlerinde bir insicam oluştururlar.
Bunu dil üzerinden özel bir incelemeye tâbi tuttuğumuzda:
İmla, kelimenin yazılı biçimini düzenler, anlamın sürekliliğini ve nesilden nesile aktarılmasını temin eder. Bu, logosun düzen ve düzenleyici yönünü belirler. İmla, sesin yazıya dönüşmesini sağlar ve bir “form” verir. Bu form, kaotik sesleri anlamlı hâle getirir. Yani imla, kaostan kurtarır. Birbirimizi anlamak, sınavlardan başarılı çıkmak için sade ve standart kurallara sahip bir imlaya ihtiyacımız var. Türkçede “şapka”, “inceltme”, “kesme” gibi işaretler, kelimenin anlamını değiştirir. “Kar” ile “kâr”; “hala” ile “hâlâ”; “Kuran” ile “Kur’an” arasındaki fark, yalnızca ses değil, ontolojik/varlık düzeyindedir. Bu da imlayı, ontolojik bir düzen sağlayıcı araç hâline getirir. Akletme, düşünme ve yazma için imlaya/yazım kurallarına ihtiyacımız var. Birbirimizi anlamak için de doğru telaffuza! Harflerin dizilişi, doğru seslendirilmesi/telaffuzu; anlamın aklî ve estetik düzenini kurar.
İmla, kelimelerin yazılışında neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğunu tespit eder. Koyduğu kurallarla dilin ahlaki düzenini oluşturur. İsteyen, istediği kelimeyi istediği biçimde yazamaz; bu birbirimizi anlamayı oradan kaldırır. 1932-1934 yılları arasında dile yapılan müdahale, müdahaleyi savunanların bile birbirini anlama imkanlarını ortadan kaldırdı. Bundan dolayı yapılan vahim hatadan dönüldü. Bu olayı Falih Rıfkı: “Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, yanı başındaki iskemleye oturmamı emretti. / - Dili bir çıkmaza saplamışızdır, dedi./ Sonra:- Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır. Ama ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız, dedi." (Çankaya: 551-552) şeklinde aktarır.
Bu mesele tartışılmaya devam edecek.
**
Şair İsmet Özel 81 Yaşında
Devrimci dünya görüşünden Müslüman mütefekkire yaptığı yolculuğunda Türk şiirinin en aykırı, en tartışmalı ve nev-i şahsına münhasır şairlerinden İsmet Özel’e yeni yaşında ve gelecek yaşlarında sağlıklı bir ömür dileriz. Evet İsyan’dan Amentü’ye ve Bir Yusuf Masalı’na yaptığı yolculukta; bir ara Taşları Yemek Yasak dedi. Sonra Waldo Sen Neden Burada Değilsin diye sordu. Şiir Okuma Kılavuzu’nun ilk yayınlandığı tarihten bugüne sayfaları çoğaldıkça çoğaldı. Ona dair yüksek lisans ve doktora tez çalışmaları yapıldı ve akademi çalışmaya devam edecek.
Edebiyat çevrelerinin son yarım yüzyılında adından sıkça söz ettiren; kimliği, şiiri ve düşünceleriyle tartışılan İsmet Özel; devrimci/sosyalist genç kimliğinden de Müslüman mütefekkir olmaktan da vazgeçmedi. Onun hayatı, düşünce dünyası ve eserleri; yalnızca şiir dünyasını değil, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal ve siyasal dönüşümüne de tanıklık eder.
**
Ve Bir Şair Vefat Etti: Yavuz Bülent Bâkiler
Yavuz Bülent Bâkiler, Türkçeyi “bir milletin ruhu” olarak görür; şiirlerinde ve yazılarında ağdalı ve yapay dil oyunlarından sakınır. Halkın anlayabileceği, içten ve hissiyatı yüksek bir Türkçe kullanır. Bu tutum Hisar dergisi geleneğini yaşattığı hissi uyandırır.
Hem şair hem fikir adamı olarak Türkçeye gösterdiği özen, millî kültüre bağlılığı ve şiirindeki duru ses, onu çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri hâline getirmiştir. Türk edebiyatı ve Türkçe için önemli bir kayıptır. Rahmet ve dua.