Dil ve Edebiyat (45. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Sevgili Okuyucularımız!
Eylül sadece yaz tatilinin bittiği, yeni eğitim yılı için hazırlıklara başlandığı
bir ay değil, aynı zamanda ilim, kültür ve sanat faaliyetleriyle ilgili
planlamaların da icra aşamasına geçildiği bir zaman dilimidir.
Dil ve Edebiyat dergisi olarak bu sayımızda, roman sanatının
ilk yerli ustalarından Ahmet Mithat Efendi’yi üç yazıyla ele alıyor ve
ölümünün 100’üncü yıl dönümü vesilesiyle dil ve edebiyat çevrelerinin dikkatini
çağdaş romancılığımıza, sorunlarına ve olması gereken gelecek ufkuna çekiyoruz.
Edebî türlerin günümüzde en yaygın ve etkilisi olan roman sanatına odaklanma
gereğinin son derece mantıklı bir gerekçesi var: Günümüzde kültür ve sanat olaylarının
uluslar arası taşıyıcılığını sinema ve TV filmleri, dolayısıyla sinema ve tiyatro
senaryoları ve bunlara temel oluşturan roman ve hikâyeler yapmaktadır. Kaliteli
sinema filmlerinin dünya ölçeğinde nasıl fırtınalar kopardığını, bu fırtınaların hangi
kültür öğelerini önüne katıp hangi ülkelerin sahillerine taşıdığını düşünürsek, yıldızı
parlamakta olan Türkiye’nin de bu alanda söyleyecek sözünün, gösterecek filminin,
oynanacak senaryosunun olması gerektiği kolayca takdir edilebilir.
İlk romanımız Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ın üzerinden yüz küsur yıl geçtikten sonra
hâlâ dünya kültürüne kattığımız roman sayısı bir elin parmaklarını geçmiyorsa,
bunun dille, dinle, kültürle, sanat anlayışımızla ilgili psikolojik, sosyolojik, iktisadi ve
felsefi nedenleri olabileceğinin düşünülmesi; saptanan nedenlerin iyi analiz edilerek
medeniyetimizin kodlarına uygun bir romancılığın yeşermesi için ne gibi tedbir,
teşvik ve mevzuat üretimine ihtiyaç duyulduğunun ortaya konulması gerekiyor.
Ne mutlu ki, demokrasi anlayışımız devlet-millet kaynaşmasını temel amaç
kabul edecek bir kıvama çoktan gelmiş bulunuyor. Bunun bir sonucu olarak devletimiz
kendine bağlı kurumları elden geçirerek kendi medeniyet ve kültür kodlarına
uygun bir eksende yeniden yapılandırıyor. Nasıl birçok devlet kurumumuz artık
kendilerini elit kesimlere değil, hiç ayırım yapmaksızın tüm Anadolu insanına hizmet
götürmek üzere yeniden yapılandırmışsa, dil, kültür ve sanatla ilgili kurumlarımız
da artık bu milletin, bu medeniyetin gelecek tasavvuruna uygun yeni dil ve
kültür politikalarını yürürlüğe koymak durumunda…
Giderek kaybolmakta olan kültür kodlarımızı arayıp bulacak, bulduğu bu kodlarla
yeni, çağdaş ve nitelikli eserler üretecek bir edipler neslinin önü açılmalı…
Bu süreçte devletimizden beklenen, dil ve edebiyatımızı yönetecek yeni kurumlar
kurulması değil, dil ve edebiyatımızla meşgul olacak edipler, şairler, senaristler
sınıfının kendilerini öz evlat hissedecekleri bir psikolojik ortamın oluşturulmasıdır.
Devlet eliyle ne roman ve senaryo yazdırılabilir ne de sinema ve TV filmi çevrilebilir.
Devlet sadece halkının demokratik tercihleriyle benimsediği kültür ve sanat
politikaları doğrultusunda ilgili sektörlere millet adına tavrını koyabilir.
Kültür ve sanat, özellikle de edebiyat, özgürlüğün suladığı bahçelerde yetişir,
gelişir. Devletin bu sürece katkıda bulunacağı tek şey ne sudur, ne topraktır, ne
tohum… Toplum ne üreteceğini, nasıl üreteceğini, niçin üreteceğini bilir. Devletin
sağlaması gereken tek şey, kendi değerler dünyasına uygun eserler inşa etmeye
çalışan topluma psikolojik destek vermek, on yıllardır yaptığı gibi toplumun öz
evlatlarına üvey evlat muamelesi yapmamak, öz evlatlarının benimsediği değer
yargılarıyla şekillenen kültür ve sanat eserlerini dudak bükerek aşağılamamak,
özetle “Bu milletin öz evlatları! Sizin tercihiniz benim de tercihimdir!” diyerek
Anadolu insanına özgüven aşılamaktır. Bakınız o zaman bu kültür ve medeniyetin
kodlarına uygun kaliteli hikayeler, romanlar, tiyatrolar, senaryolar pıtrak gibi
yetişmiyor mu?
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…
Hüseyin ALTUNTAŞ