Dil ve Edebiyat (56. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Değerli Okuyucularımız!
Yaz mevsiminin bütün güzelliğiyle tabiatı sermest ettiği bu ay, aynı zamanda
bizi milletçe barışa, huzura ve kardeşliğe bir adım daha yaklaştıracak
olan Ramazan Bayramı’na da ev sahipliği yapıyor. Bu vesileyle
Dil ve Edebiyat dergisi olarak bayramınızı en içten dileklerle kutluyor, sevgi,
merhamet, karşılıklı güven ve hoşgörü iklimi olan bayramların üzerimize barış
ve umut yağmurları yağdırmasını temenni ediyoruz.
Sözün güzelliğini, güzelliğin sözcülüğünü temsil eden edebiyata “kendi milletinin
gönül tercümanı” olmak yaraşır. Sulh, huzur ve sükûnet gibi kelimelerin
günlük konuşmalarımızdan çekilerek lügatlerin emanet kasası sayfalarına sığındığı
ve yerlerini barış, erinç ve sessizlik gibi yeni kelimelere devrettiği günümüzde,
edebiyat da bizzat bu kelimenin ihtiva ettiği edepten, ahlak güzelliğinden
tecrit edilerek uçarı, ele avuca gelmeyen, Anadolu insanının gönül teline mızrap
dokunduramayan sözcüklerin, söz kalıplarının meskeni hâline getirildi. Olması
gereken, tedavülde olan kelimelerin eksilmeden yanlarına yenilerinin, nüans taşıyan
müteradiflerinin (eş anlamlılarının) gelmesiydi. Dilimiz fakirleşirken anlam
derinliği oluşturmadaki en önemli araçlar olan deyimlerimizden de vazgeçmek
durumunda kaldık. Nerede kaldı hazık bir hekim gibi işinin ehli olmak? Nerede
kaldı merhametten maraz doğar ifadesindeki ince uyarı? Mors alfabesiyle
yazılan eski telgraf metinlerindeki gibi kısacık cümlelerle, hiç anlam zenginliği
oluşturmadan yazıyor ve konuşuyoruz. Özellikle gençlerimiz, hiç önemsemedikleri
iktisatlı davranmayı bir tek dillerini kullanırken alışkanlık edinmiş gibi görünüyorlar.
Zamanın değiştirici, dönüştürücü gücünü görmezden gelemeyiz elbette…
Ne var ki, zaman ne kadar değiştirip dönüştürse de, medeniyetimizin temel
değerlerinin sihirli kimyasını formüle eden ifade kalıplarımızı, deyimlerimizi, deyişlerimizi,
sözcüklerimizi, bir yolunu bulup mutlaka geleceğe intikal ettirmemiz
gerekiyor. Ölçümüz şu olmalı: Ne eski dili kutsayarak edebiyatta anakronizme
düşülmeli ne de günlük dile abanılarak edebiyat günün sığ, moda sözcük ve
deyimlerine mahkûm edilmeli! Medeniyetimizin temel kavramlarından biriyle
ifade edecek olursak; “mizan [evrendeki mükemmel düzeni ifade eden ölçü ve
denge]”, edebiyatımızı şekillendiren dil anlayışımızın da niteliği olmalı.
Dil elbette canlı bir organizma gibidir; gelişir, çevreden, zamanın ruhundan
etkilenir; hücre mesabesindeki sözcükleri yenilenir. Ancak bütün bu değişimler
nasıl canlı bir varlığın temel niteliklerini, fizyolojisini, işlev ve hayatiyetini bozmazsa,
dilimizin kelime, deyim ve ifade kalıplarıyla medeniyetimizin kültür kodlarını
taşıma özelliğini de bozmamalı! Bu hassasiyet özellikle bu medeniyetin
çocuklarının üreteceği bilim, sanat, kültür ve edebiyat ürünlerinin temel niteliği
olmalı! Aidiyet olarak bu medeniyete ve onun kültürüne yakınlık hissetmeyenlerin
üretecekleri bu tür ürünlerin millet nezdinde teveccühe mazhar olması, kalıcı
bir değer kazanması kolay değildir. Bu sayımızda “Metafizik Sanat” başlıklı
yazısıyla sanat konusunda ufuk açacak bir perspektif sunan yazarımız Yusuf
Akçay’ın ifadesiyle; “propaganda”nın değil “arayış”ın sanatını yapacak olan sanat
ve edebiyat adamımız, öncelikle dilini Anadolu’nun gönül tellerine göre akort
etmeli! Bu gereklilikten dolayıdır ki, dil üzerinden kültür ve medeniyetimize katkı
sağlamayı varlığının temel amacı sayan Dil ve Edebiyat dergisi, şiir, makale ve
diğer edebî türdeki yazılarıyla milletimizin gönül tellerinden çıkan tınılara güfte
hazırlama işlevini görüyor.
Değerli Dil ve Edebiyat Dostları!
Ağustos sayımızdaki şiir ve yazılarımızla sizleri yine edebiyat ve kültür dünyamızın
sürprizlerle dolu sokaklarında heyecanla dolaştıracağımızı umuyoruz.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…
Hüseyin ALTUNTAŞ