Dil ve Edebiyat (62. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Değerli Okuyucularımız!
Türk okuyucusunun ancak 1980’li yılların başında tanıyabildiği Thomas Kuhn’un
“paradigma” kavramını o yıllarda büyük bir dikkatle okumuş, yazarın salt fen
bilimleri alanındaki devrimsel ilerlemelerle ilişkilendirdiği paradigma değişikliği
kavramının aslında sosyolojik süreçlere de uyarlanabileceği kanısına varmıştım.
Zihnimizde yeni bir ufuk açan söz konusu kavram bana insanlığın gelişme yolunda sürekli
koşarak değil, -çekirgenin önce yüksek bir dinamizmle atılıma geçmesine, sonra da bu dinamizmini
kaybedip atılımının sönümlenmesine benzer şekilde-, dura-kalka ilerlediği kavrayışını
kazandırmıştı.
İnsanlık genel anlamda sürekli ilerliyor gibi görünse de, yakından ve analitik bir gözle
bakıldığında bu ilerlemenin ardışık ve muttarit adımlarla değil, yürüyüp ilerlemelerle, yorulup
durmalarla, oturup dinlenmelerle, bazen kalkıp koşarak bazen de kısır bir döngüye saplanıp
gereksiz ve yararsız şekilde oyalanarak gerçekleştiği görülür.
İster “ateşleyici”, ister başka bir şey diyelim, toplumların hâlihazırdaki durağan sosyolojik
durumlarının hareketlenmesi, değişip dönüşmesi ve yeniden ivme kazanması düşünsel bazı
yeniliklerin ortaya çıkmasına bağlıdır. Ne var ki, bu düşünsel yenilikler ekseriyetle mevcut sosyolojik
yapının içinden çıkmaz; herhangi bir nedenle iletişime geçilen ya da kendisini kabul ettirme
ihtiyacı hisseden yabancı veya harici yapılardan çıkar. Rönesans’ın ateşleyicisi, İspanya
Endülüs uygarlığı ve bilhassa İbn Rüşd felsefesidir. Fransız Aydınlanmasının ateşleyicisi/mayalayıcısı
ise Rönesans’la bir yere kadar gelmiş olan hümanist ve akılcı düşüncedir. Voltaire,
Montesquieu, Diderot ve Rousseau gibi aydınlar bu düşünce değişikliğini ifade eder.
Bizim tarihimizdeki en önemli kırılmanın ise Batılılaşma sürecini başlatan Tanzimat’la
gerçekleştiği söylenebilir. Ancak Tanzimat da salt bir sebep değil, birçok değişkenin rol aldığı;
yukarıda belirtilen sosyolojik yasaya uygun olarak toplumsal değişmemizi başlatan ve
hem sebep hem de sonuç olma niteliğini taşıyan bir ateşleyicidir. Ne var ki, yukarıda da değindiğimiz
gibi, bu ateşleyici Osmanlı-İslam toplumunun sosyolojik yapısı içinden çıkmamış,
çıkamamıştır. Tekrar Kuhn’un paradigma kavramını kullanırsak, Osmanlı ulema, hükema ve
küberasının düşünce paradigması o günkü modern dünyanın sosyolojik yapısını, ekonomik
araçlarını, siyasi argümantasyonunu, kültür ve sanat perspektifini anlamaya müsait değildi.
Bunları yapabilmeleri için zihinlerini sınırlayan mevcut paradigmanın son bulmasına,
böylece yeni açılımlara, farklı tasavvurlara izin verecek yeni bir paradigmanın kabulüne ihtiyaçları
vardı. Güzel de, bunu kim yapacaktı? Kimlerden esinlenerek yapacaktı? Nasıl bir
geçişle yapacaktı?
Tanzimat ve o dönemin aydınları bu zor işi üstlendiler ve tarihimizdeki en önemli değişmelerden
birini gerçekleştirmek üzere harekete geçtiler. Kimi düşünce alanında, kimi edebiyat ve sanatta,
kimi de bilim ve teknolojide Batı’nın beşeri tecrübesini kendi toplumunun önde gelen eğitimli
sınıfına aktarmaya çalıştılar. Ali Suavi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi gibi
şair ve yazarlar bu süreçte önemli işlevler gördü. Sonuç ne olursa olsun, Tanzimat’la beraber durgun
Osmanlı gölü dalgalandı; yenilenen, tazelenen kültür denizimizde gayri milli kültür unsurlarıyla
beraber milli, manevi, besleyici, huzur ve sükûnet yayan yerli değerler de yaşayıp yaygınlaştı.
Tanzimat’a iyi veya kötü diye yaklaşmak yanlış: Onun düşünce, kültür, sanat ve edebiyat
alanında zihnimizde yaktığı yeni ışığı, akıldan ve doğru bilgiden uzaklaşarak yüzyıllardır durağan
hale gelen ve toplumu çürüten eksik dindarlık algısının yerine koyduğu Kur’an eksenli
anlayışı önemsemeliyiz. Bugün bile iki yönlü donanımıyla etkin ve saygın Tanzimat aydınları
düzeyinde insan yetiştirememiş olmamız esef verici. Kimisi Batı’yı, Batıcılığı, Batılı değerleri
biliyor, kendi toplumuna yabancı… Kimisi de Doğu’yu, Doğu’nun değerlerini, Doğulu değerlerle
yetişen kendi halkını biliyor, tanıyor ama dünyanın geri kalanıyla olan ilgi ve ilişkisi
Marslılarla olan kadar…
Bugün her alanda yaşanan toplumsal heyecanı, yeni bir değişim dalgasının alameti
olarak görmek mümkün. Tanzimat düzeyinde yeni bir sentez, yeni bir coşku ve yeni bir zihin
dünyası inşa etmek durumundayız.
Not: Geçen yıl bireysel abonelerimize ve bayiden satılan dergilerimize ek olarak verdiğimiz
şiir yıllığı uygulamamızı bu yıl da merhum Cahit Zarifoğlu anısına hazırladığımız “Şiir
Yıllığı 2013” ile devam ettiriyoruz.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…
Hüseyin ALTUNTAŞ