Dil ve Edebiyat (89. Sayı)
Dergi Ücretsizdir
Editörden
Hüseyin ALTUNTAŞ
[email protected]
Değerli Okuyucularımız! iİtikadi ve ahlaki değerlerimizin bizlere kazandırdığı
pek çok hasletin yanı sıra, beşeri anlamda
bazı zaaf ve ihmalkârlıklardan da mustarip bir
milletiz. Bu zaafların başta gelenlerinden biri
de Cumhuriyet’ten önce eğitimin önemini yeterince
kavrayamamış olmamızdır. Bir dil ve edebiyat dergisi
olarak öncelikle dikkat çekmek istediğimiz alan
kültür ve sanat olduğu için bu alanlardaki üretim, kalite
ve kullanım ölçütlerini olumsuz yönde etkileyen
eğitim eksikliğimizin milletin değerlerine olan maliyetinin
farkında olmamız gerekir. Batılılaşma süreci
başlamadan önce eğitimdeki yaygınlığı sağlayabilmiş
olsaydık, Batılılaşmayla birlikte ilk eğitilen şehirli
nüfusumuzun sanat ve edebiyat zevkini de Batı’nın
ürünlerine kaptırmamış olurduk.
Sanat ve edebiyat, eğitimli toplumlarda serpilip
gelişir. Einstein’in enerji ile kütle arasında ilişki
kurduğu meşhur E = mc2 formülü gibi basitçe ifade
edersek, s = et (sanat = eğitilmiş toplum) demektir.
Toplumda ne kadar çok eğitilmiş birey varsa, o toplumun
her türlü sanat dalında eser üretme kapasitesi
de o kadar yüksek olacaktır. Sanatlar arasında
bir hiyerarşi kurulması gerekmez; ancak tarih boyu
toplumları en çok etkilemiş olan sanat dalı, dil sanatları
dediğimiz edebiyattır. Şiiri, destanı, romanı,
hikâyesi, hatıratı, senaryosu ve diğer türleriyle edebiyat,
devasa bir kültür alanı olarak eğitimli insanların
ilgisinden beslenmektedir. Toplumun eğitim oranı
ve eğitimdeki derinliği, o toplumda üretilen her türlü
sanatın nicelik ve niteliğini belirleyen en önemli ölçüttür.
Bu, resimde de böyledir, şiirde de, romanda
da, senaryoda da… Bir Mercedes otobüsün sadelikle
işlenmiş kaporta deseni Alman toplumunun, arabesk
desenlerle karman çorman renk cümbüşüne dönmüş
kamyondan bozma otobüsün hali de Bengladeş toplumunun
eğitim düzeyiyle korelasyon gösterir.
Şükürler olsun, son 50 yılda yapılan eğitim hamleleriyle
bugün okuryazar insan sayımız toplumun
kahir ekseriyetini de aşıp % 95’ler düzeyine gelmiştir.
Ancak okuryazar olmak, sanat ve edebiyattan
azami estetik hazzı almak için gerekli eğitim düzeyine
erişmiş olmak değildir. Eğitimli olmak, bireylerin
yeti, yetenek ve zihinsel kapasitelerini kullanmayı,
dolayısıyla kendilerini gerçekleştirecek donanıma,
bilgi ve kavrayış düzeyine erişmiş olmak demektir.
Okuryazar olmak sadece asgari şarttır. Yüzyıllardır
yedisinden yetmişine Kur’an okumayı bilen Anadolu
insanının Kur’an’ın muhtevasına ilişkin doğru ve
içselleştirilmiş bilgi noksanlığı, eğitim eksikliğimize
çarpıcı bir örnektir.
Batı’dan en az yüz yıl geç başlattığımız eğitim
seferberliğindeki en önemli handikabımız, kendi medeniyetimizin
kültür kodları dururken çağdaş değerler
adı altında bize ait olmayan değerleri ve hassasiyetleri
ön plana çıkarmamız, dolayısıyla milletimizin
örf, âdet ve gelenekleriyle uyuşmayan bu öğelerin
toplumda birbirine ters gözle bakan kültürel kutuplar
oluşturmasına izin vermiş olmamızdır. Başka hiçbir
toplumda birbirine bu kadar zıt “gelecek tasavvuru”
barındıran sosyal kesimler yoktur. Özetle söylemek
gerekirse, kültür, sanat ve edebiyat alanında da benzer
kriterleri paylaşmayan, paylaşmamak bir yana,
birbirine zıt zevk ve beğeniler taşıyan iki farklı dünyaya
bölünmüş durumdayız. Bu marazi yapının zorla
düzeltilmesi ne mümkün ne de doğrudur. Doğru
olan, milletin tarihten gelen öz değerlerinin etrafında
koza gibi işlenmiş bir sanat ve edebiyat anlayışını
yaygınlaştırmaktır. Yaygın bir eğitimle doğru ve
sağlıklı olanı yeni nesillere vermeyi başardığımızda,
patolojik olanın kendiliğinden zayıflayıp yerini doğru
olana bırakacağı kesindir. Ancak ille de eğitim, ille
de eğitim… İnsanımızı salt okuryazar olarak bırakmayıp
önce okuyan, okuduğunu anlayan, sonra da
anladığını yazarak başkalarıyla paylaşmayı beceren
bir eğitim düzeyine çıkarmamız şarttır.
Daha güzel bir dergide buluşmak dileğiyle…