İDEAL EDİTÖR, YAZARDAN ÖNCE OKUYUCU...

İDEAL EDİTÖR, YAZARDAN ÖNCE OKUYUCUYA KARŞI SORUMLUDUR

02/05/2016

Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Oğuz Çetinoğlu, Hüseyin Altuntaş ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

 

Röportaj: Oğuz Çetinoğlu

 

Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’nin en kaliteli edebiyat dergisi DİL ve EDEBİYAT’ın editörüsünüz.

Türkiye’de ‘editör’ kelimesiyle alakalı olarak bir kavram karmaşası, mânâ kayması olduğu kanaatinin varlığı hissediliyor. Sizinle bu mevzu hakkında konuşmak istiyorum. Talebimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.

Editör kelimesinin etimolojik tahlilinden başlayalım: Kelime nereden geliyor ve nasıl bir tarihî gelişimden akarak günümüze ulaşmış?

 

Hüseyin Altuntaş: Öncelikle dergimize yakın ve sıcak bir alaka gösterdiğiniz için size ve gazetenize çok teşekkür ediyorum. Editörü olduğum dergide yayımlanmış çok değerli bir yazıdan alıntılayarak ifade edersem, şunları söyleyebilirim: Güvenilir bir sözlük, editör kelimesi için ‘kitap basan veya bastıran kimse, yayımcı, naşir’ karşılıklarını veriyor. Diğer bir güvenilir lügat, ‘editör’ kelimesini ‘yayımlayıcı, naşir, basımcı, tâbi’ şeklinde açıklıyor. Türk Dil Kurumu’nun internet sitesinde yer alan açıklama ise şöyle:  1- Yayımcı, 2- Yazıları yeniden düzenleyerek yayıma hazırlayan kimse.

Bütün bu tanım ve nitelemelerin varıp dayandığı husus, editörün yazma ve yazılanı basma işiyle iç içe olduğudur. Editör, kendisine verilen organizasyon yetkisiyle kitap veya dergi metinlerini gözden geçiren, tashih ve redaksiyon aşamalarını takip eden, basıma gidecek yazıların son halini görerek gerekli gördüğü son düzeltme ve düzenlemeleri yapan kişidir. Ancak okuyucular editörün arka plandaki bu işlevini yeterince bilmez.

 

Çetinoğlu: Türkiye’de editörlük faaliyetleri geniş bir sahada yürütülüyor: Kitap editörlüğü, dergi editörlüğü, gazete editörlüğü, internet editörlüğü, radyo ve televizyonda haber editörlüğü…  ilk akla gelenler.

Çalışma sahanız itibariyle, dergi editörlüğünü konuşalım. Dergi editörünün vazife ve sorumluluk sahasında hangi işler var?

Altuntaş: Önce editörlüğün genel görev ve sorumluluk alanından bahsedelim ki, dergi editörlüğünün ayırt edici görev ve sorumluluklarını daha belirgin hale getirebilelim.

 

Editörün, okuyucuya arz edilecek yazılı ürünün her bakımdan olabileceğinin en iyisi nitelikte olmasını gözetmek, yazılı ürün kendiliğinden bu özelliğe sahip değilse, gerek yazarıyla görüşerek gerekse doğrudan tasarrufta bulunarak ürünün diline, imlasına müdahale etmek, her halükarda okuyucunun memnuniyetini sağlamak gibi bir sorumluluğu vardır. Editörün bu sorumluluğu öncelikle metnin yazarına değil, o metni okuyacak olan okuyucuyadır. Bir ürünün daha edebî ve sağlam bir metne kavuşturulması işlemi, o yazının yazarına bir yardım olarak görülmemeli, okuyucuya saygının bir gereği kabul edilmelidir. Yazara olan sorumluluk, yayımlanmaya değer olan metni yayımlamak, değer olmayanı yayımlamamaktır. Ancak yayımlanmaya değer görülenlerin sağını-solunu toparlamak ve kusurlarını en aza indirmek, okuyucu için yapılması gereken bir işlemdir.

Dergi editörünün de öz itibariyle sorumluluğu aynıdır. Kitap yayıncılığında bir yazarla ve bir metinle yaptığı çalışmayı dergide çok sayıda yazar ve onların çok sayıdaki metinleriyle yapmak durumundadır. Her yazıyı ayrı ayrı gözden geçirmek, yayımlanabilir nitelikte olup olmadıklarına karar vermek, yayımlanmaya değer bulduklarının hata ve eksiklerini gidermek uzun zaman alan bir uğraştır.

 

Çetinoğlu: Söyledikleriniz belli bir kıstasa bağlı mı, yoksa dergi yönetimlerine göre değişiyor mu? Altuntaş: Bir dergi editörünün yetki sahasını genellikle o derginin yayın kurulunun çizmiş olduğu sınırlar belirler. Mesela editör çok güzel yazılmış diye dini bir dergide plastik sanatlarla ilgili bir yazının yayımlanmasına karar veremez. Ancak her işte olduğu gibi yayıncılık alanında da temel çalışma kuralı istişare ve iyi niyettir. Editörün genel yayın yönetmeni veya yayın kurulu karşısında özerk bir yönetim sergilemeye kalkması çok cazip görünen bir işleyiş gibi görünse de, okuyucu memnuniyetini sağlamak çok hassas, esnek ve işbirliğine dayalı bir ekip çalışmasını gerektirir.

 

Çetinoğlu: Bu durumda editörlük, meslek olarak kabul edilebilir mi?

Altuntaş: Editörlüğün bir meslek olarak kabulü, ona verilen anlama bağlıdır. Bir yayın ekibinin iş dağılımını ve yapılacak işlerin zamanlamasını yönetme anlamında editörlük, yayın yöneticiliğidir ve bu işleviyle meslek sayılmaz. Ancak yayımlanacak metinler açısından bakıldığında, herhangi bir profesyonel yöneticinin kotaramayacağı spesifik çalışmalar bakımından editörlük bir meslek sayılır.

 

Çetinoğlu:Basın yayınla ilgili eğitim öğretim kuruluşlarında editörlük dersleri var mı?

Altuntaş: Bildiğim kadarıyla üniversitelerimizin herhangi bir bölümünde doğrudan editörlük eğitimiyle ilgili bir birim bulunmuyor. Resmî tek bir kurumun bu konuyla ilgili bir çalışması olduğunu hatırlıyorum. O da saygın bilim araştırma kurumumuz olan TÜBİTAK’ın yayıncılarla işbirliği yaparak bazı üniversitelerin ev sahipliğinde ilmî yayın kalitesinin artırılması amacıyla gerçekleştirdiği editörler ve yazarlar için mahallî eğitim seminerleri… Bunun dışında, resmi kurumların değil daha çok özel sektörün düzenlediği editörlük ve yazarlık kursları var.

 

Çetinoğlu: Üniversitelerde, yüksek okullarda editörlükle alakalı bölümlerin bulunmamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Altuntaş: Kitap okuma oranlarının oldukça düşük olduğu toplumlarda, kitapla, yazıyla, yayınla ilgili mesleklerin rağbet görmesi, en azından bu alanda çok sayıda eleman yetişmesi cihanşümul  arz ve talep yasasına uygun görünmüyor. Kitaba olan talep arttıkça kitap yazma ve yayımlama sürecinde görev alacak baş ve ara eleman ihtiyacının editörlüğe olan ilgiyi ve talebi de artıracağına inanıyorum.

 

Çetinoğlu:İstanbul’da veya başka bir şehirde editörler kendi aralarında resmî sıfatı olan bir vakıf, dernek veya birlik kurdular mı? Hiç değilse bir grup oluşturdular mı?

Altuntaş:İnanın, bu konuda hiçbir fikrim yok. Bu yönde bir çalışma olduğunu da sanmıyorum.

 

Çetinoğlu:Editörlük işinin belli esaslara bağlanmasının, vazife ve mesuliyet alanlarının tespit edilmesinin faydalı olacağını düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız birkaç misal verebilir misiniz? Ne gibi faydalar sağlanabilir?

Altuntaş:Her işte olduğu gibi editörlüğün iş tanımımın da belirgin bir çerçeveye kavuşturulması, bu işi meslek olarak benimseyeceklere, kendilerine lazım olacak donanımları kuşanma mecburiyetini getireceği için yararlı olur diye düşünüyorum. Yayınevi sahibinin editör, düzeltmenliğin ve redaksiyonun editörlük sanıldığı bir toplumda bu işin çerçeve ve sorumluluğu iyi anlaşılamaz. Eğer editörlüğün bir süreç yönetimi olduğu, süreci doğru yönetmenin ise sürecin tüm aşamaları hakkında yani yazma, düzeltme, redaksiyon, matbaa, kâğıt, mizanpaj, fotoğraf, şekil, font ve sair konular hakkında bilgi ve donanım sahibi olmakla mümkün olacağı kanısındayım.  Böyle olduğu takdirde kitap ve dergilerimizin daha iyi basılacağını, basım öncesi işlemlerin daha titizlikle yapılacağını, dolayısıyla ortaya bugünkünden daha iyi basılı ürünler çıkacağını söyleyebilirim.

 

Çetinoğlu:Farz edelim ki siz, bir derginin editörü değil de; Türkiye’nin en kaliteli, en çok okunan, bol reklam alabilen, çok geniş imkânları olan bir derginin sahibi veya her türlü salâhiyete sahip en üst seviyedeki yöneticisisiniz. Dergiye editör olarak tayin edeceğiniz şahısta hangi özelliklerin bulunmasını arzu edersiniz? Kendisinden ne tür hizmetler beklersiniz? Bir başka ifade ile editörün vazife ve mesuliyet sahasını nasıl tespit edersiniz?

Altuntaş:Böyle bir konumda olan yöneticinin nasıl davranacağını öngöremem ama bana öyle geliyor ki, ben de dergime bir önceki soruya verdiğim cevapta saydığım özelliklere sahip bir editör atamak isterdim.

Türkçeyi iyi bilip doğru kullanmasını, edebiyat akımlarını bilmesini, edebiyattaki trendleri takip etmesini, ayrıca bir işletmeci gibi ekibini iyi yönetmesini isterdim. Ama yine de ideal editör, yazardan önce okuyucuya karşı sorumludur. Öncelikli görevi, okuyucunun önüne nitelikli yazılar çıkarmak; özgün mesajı, edebî derinliği olan fakat dil ve yazım kusurları bulunan yazıların bu kusurlarını gidererek yayımlamaktır. İkinci derecedeki görevi ise genç yazarlara rehberlik etmek, onları yazmaya, yazdıklarını yayımlamaya teşvik etmektir.

 

Çetinoğlu:Vazifesini hakkıyla yapan mükemmel bir editörde bulunması gereken vasıflar neler olabilir? Bu vasıflara sahip bir editörün dergiye kazandıracakları nelerdir?

Altuntaş: Bir editör olarak mükemmel bir editörün niteliklerini saymak, ya kibirli bir bakış açısıyla bu niteliklere sahip olduğum ya da kendimin dahi bu niteliklere ulaşamadığımı itiraf ettiğim şeklinde değerlendirilebilir. Oysa ne ben mükemmel bir editörüm ne de başkaları… Hepimiz iyi bir şeyler yapmaya gayret ediyoruz. Hatalarımızdan ders alıyor, dergimizi daha fazla sayıda insanın okumasını sağlamaya çalışıyoruz.

 

Çetinoğlu: Bir dergide; genel müdür, genel yayın yönetmeni, genel koordinatör, editör, yazı işleri müdürü, reklam müdürü, satış müdürü gibi vazifelilerin protokol sıralaması veya tabir yerinde ise emir-komuta zinciri nasıl oluşmalı?

Altuntaş: Her kurumun kendine göre bir yönetim hiyerarşisinin olması tabiidir. Bu hiyerarşinin nasıl yapılanması gerektiğini o kurumun kendince önemsediği öncelikler belirler. Bazı kurumlardaki görevler dikey değil yatay yapılanmaya uygundur; bazı kurumlar ise ancak keskin bir dikey yapılanma ile verimli yönetilebilir. Dergilerin içeriği ve idaresi gibi birbirinden farklı iki yönü vardır. Bu iki farklı alanın verimli bir şekilde yönetilebilmesi, doğru bir yapılanmayla mümkündür. Bu da bazı alanlarda dikey yapılanmayı bazı alanlarda ise yatay yapılanmayı gerekli kılar. Dergiyi içerik olarak ele alıp hazırlayacak ekibin başında editör olmalıdır. Ancak abone bulmak, reklam almak, telif ücreti ödemek gibi konularda editöre sorumluluk ve yük getirmeyecek, editör ve ekibinin sırf işin sırf ilmî ve sanatla ilgili kısmında çalışmasını mümkün kılacak yatay bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Bu işlere bakan bir birimin editöre değil, genel yayın yönetmenine bağlı olması hem daha rasyonel hem daha verimli sonuç doğurur. Bunu hastanelerde uygulanan yapılanmaya benzetebiliriz: Editör konumundaki hastane başhekimi doğrudan tıbbi konularla ilgilenirken, yatay konumdaki hastane müdürü de kurumun diğer ihtiyaç ve sorunlarıyla ilgilenir.

 

Çetinoğlu:Sizce Türkiye’de editörlük mesleği itibarlı bir iş midir? Bir başka ifade ile editör, derginin can damarı, temel direği midir?

Altuntaş: Buna da yine dergimizde yayımlanan bir yazdan alıntılayarak cevap vereyim: Editörlük şüphesiz çok mühim bir meslektir. Batı ülkelerinde kitap okuyucusu, alacağı kitabın yazarına değil editörüne bakar. Türkiye’de yayıncılık ‘herkesin yapabileceği bir iş’ olarak görüldüğünden, editörlük ‘itibarlı bir meslek’ hâline gelemedi. Büyük denilen yayınevlerinin editörleri varsa da, ekseriyeti teşkil eden küçük ve orta ölçekli yayınevi sahipleri, iyi bir editörün kendilerine neler kazandırabileceğinin farkında değildir. 

 

Bütün bunlara rağmen editörün derginin can damarı, temel direği olduğunu söylemek fazlaca iddialı olur. Bunun yerine, editörün bir dergi ekibinin orkestra şefi olduğunu söylemeyi tercih ederim. Virtüözler ise o derginin şairleri, yazarları ve en önemlisi de bu müzikali dinleyen okur kitlesidir. Dergi editörü, güzel bir besteyi kötü idaresiyle berbat edebileceği gibi, vasat bir besteyi de eksiğini, gediğini hissettirmeyecek bir idari yetenek sergileyerek dinleyicinin (okuyucunun) gönlünü hoşnut etmeyi başarabilen adamdır.

 

Çetinoğlu:Türkçemizde bir söz vardır: ‘Bir işin birden çok sahibi varsa, o iş sahipsiz demektir.’ Geniş bir kadro ile çalışan bir derginin çok satamamasının, sahibi tarafından tespit edilen; abone, satış ve reklam geliri gibi hedeflere ulaşamamasının mesulü kimdir?

Altuntaş: Mesulü şudur deyip işin içinden çıkılabilir. Ne var ki, sorunlar bu bakış açısıyla tahlil edildiği takdirde sebepler yanlış teşhis edilmiş olur. Mesul sayılmak için maddî ve idarî tüm yetkilerin mesul şahsın elinde toplanmış olması gerekir. Oysa diğer cevaplarda da ifade ettiğim gibi, her şey dikey bir hiyerarşi içerisinde olmamalıdır. Bazı sorumluluklar yatay konumlardaki görevliler arasında paylaşılmalıdır. Bu paylaşımın koordinasyonu ve sonuçların değerlendirilmesi genel yayın yönetmeninin yetkisinde olmalıdır. Yetkiler paylaştırıldığı için de elde edilen sonuçların tek bir kişiye fatura edilmemesi gerekir. Genel yayın yönetmeninin de tek sorumlu sayılması gerçekçi olmaz. Çünkü başarının tek unsuru kurum içi koordinasyon olmadığı, dolayısıyla başarı veya başarısızlık çok sayıda kurum içi ve dışı nedene bağlı olduğu için o da tek sorumlu sayılmamalıdır. Kısa bir örnekle açıklamak gerekirse: Halkın nabzını, beğenisini, iltifatını neden yakalayamadığının bir türlü anlaşılamadığı bazı durumlar vardır.  Çok sofistike bir nedenler tablosunun olduğu böyle durumlarda suçlu/sorumlu aramak yerine, o işin veya durumun mahiyetinden kaynaklanan psikolojik, sosyal, hukuki ve kültürel etkenlere bakmak ve sorumlu değil, süreçlerdeki hataları aramak yarar sağlar. Anlatılır ki, bilgisayar programlarının yazıldığı Microsoft’ta aksayan bir programın hatasını bulmak için bütün yazılım uzmanları dizlerinin üzerine eğilip metrelerce uzunluğundaki kâğıt çıktılara bakıp matematik şifreler içerisinde yer almış bir zihin kusuru hatayı birlikte ararmış. Bu da öyle bir iş… Dergi denen nesne, tarladan fırına uzanan buğday ekmeği macerası gibi yalın, berrak ve düz bir süreçte değil, çok sayıda bileşeni olan karmaşık bir süreçte ortaya çıkan bir kültür ürünüdür.

 

Çetinoğlu:İşinizi seviyor ve önem veriyor musunuz?

Altuntaş: Evet, hem seviyor hem de çok önemli buluyorum. Edebiyatı seven insanların önüne, zevkle okunabilir, kolay ve rahat anlaşılabilir, doğru sentakslı, düzgün anlatımlı makaleler, denemeler, hikâyeler ve diğer yazı ürünleri koymaya çalışmak beni son derece mutlu kılıyor. Ayrıca kendilerine öneri ve tavsiyelerde bulunarak yetişmelerine katkıda bulunduğuma inandığım genç yazar adaylarının memnuniyet mesajları beni daha da şevklendiriyor. Ancak şunu da söylemeliyim ki, Türkiye bilim ve teknoloji süreçlerinde nereye kadar ilerlemişse, söz sanatlarında da ancak benzer bir gelişmeyi gerçekleştirebilmiş durumda. Bu sadece dergilerin değil, edebiyat ve sanatı yatırım yapılması gereken bir alan görmekte zorlanan devlet ve toplumun da bir kusuru... Bunun yavaş yavaş anlaşılıyor olması, gelecek için umut vaat eden bir durum. Bir gün hangi uzun menzilli füzeyi gerçekleştirebilirsek, o ayarda bir ekonomimiz, o ayarda bir hukuk sistemimiz ve o ayarda bir sanat ve edebiyat vizyonumuz olacak.  Bileşik kaplar yasası sadece fizik dünyada değil, etkilerini kültür ve sanat alanında da gösteren bir yasadır.

 

Çetinoğlu:Teşekkür ederim.

Altuntaş: Ben de size teşekkür ederim.

 

HÜSEYİN ALTUNTAŞ

Trabzonlu bir ailenin çocuğu olarak 1957’de Amasya’nın Taşova İlçesi’nde doğdu. 1974’de Trabzon İmam-Hatip Lisesini, 1978’de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. İstanbul’un değişik bölgelerinde öğretmenlik yaptı. Yayımlanmış birkaç romanı olan Altuntaş, 2011 yılından beri Dil ve Edebiyat dergisinin editörlüğünü yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Yayımlanmış Kitapları: İbrahim İmanı Öğreniyor (İşaret Yayınları 1995), Ahmet Bey ve Öğrencileri (Beyan Yayınları, 1996), Şebnem (İşaret Yayınları 1999), Kül Rengi Kolye (İşaret Yayınları 2000), Eski Yara (Pınar Yayınları 2006)

 

Kaynak: https://www.murekkephaber.com/ideal-editor-yazardan-once-okuyucuya-karsi-sorumludur/3738/

Galeri