SULTAN ABDÜLHAMİD HAN
10/02/2024“Eğer bizim zamanımızda Kudüs ölürse, Kudüs düşerse sen say ki bütün İslam beldeleri düştü. Sen say ki bütün İslam beldeleri öldü.”
Müslümanların birliği ve dirliği için üstün çaba sarf eden Sultan II. Abdülhamid Han’ı vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve minnetle yâd ediyoruz.
II. ABDÜLHAMİD HAN (1842-1918)
Babası Abdülmecid, annesi Tîrimüjgân Kadınefendi’dir. 21 Eylül 1842 tarihinde dünyaya geldi. On bir yaşında annesini kaybettiği için, babasının emriyle, hiç çocuğu olmayan Piristû Kadınefendi kendisine analık etti. Özel hocalar tayin edilerek eğitildi. Gerdankıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvî Efendi’den Farsça, Ferid ve Şerif efendilerden Arapça ve diğer ilimleri, Vak‘anüvis Lutfi Efendi’den Osmanlı tarihi, Edhem ve Kemal paşalarla Gardet adındaki bir Fransız’dan Fransızca, Guatelli ve Lombardi adındaki iki İtalyan’dan mûsiki tahsil etti. Zekâsı ve politik kabiliyeti dolayısıyla amcası Abdülaziz, onun serbest bir ortamda yetişmesine imkân verdi. Mısır ve Avrupa seyahatlerine onu da götürdü. Maslak çiftliğinde toprak işleriyle meşgul oldu. Burada koyun besledi, üstübeç madenleri işletti, borsa faaliyetlerine katılarak para kazandı. Tahta çıktığı zaman servetinin 100 bin altını aştığı söylenir. Anayasaya dayalı meşrutî bir idare kurmak isteyen ve bu yüzden Abdülaziz ile V. Murad’ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşan II. Abdülhamid, 31 Ağustos 1876 Perşembe günü tahta çıktı. Bu sırada devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Abdülaziz devrinde başlamış olan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Bu şartlar içinde Abdülhamid büyük bir iyi niyet gösterisi ile işe başladı. Osmanlı tarihinde o zamana kadar görülmemiş birtakım hareketlerle kısa sürede ordunun ve halkın gönlünü kazandı.
Abdülhamid, milletlerarası politikada devletin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü savunmayı hayatî bir görev sayıyordu. Öncelikle hedefleri belli, nesilden nesile devam edecek bir dış politika oluşturmak için hükümetinden raporlar istedi. Fakat yaşadığı olaylar, II. Abdülhamid’in zaten karakterinde var olan şüpheciliğini daha da arttırdı. Bilhassa büyük devletlerin çeşitli şekillerde Osmanlı devlet adamlarını elde ederek politikalarını bu yolla yürütmeleri, padişahı tedbirli olmaya sevk etti. Bu yüzden devlette olup biten her şeyden haberdar olabilmek için kuvvetli bir hafiye teşkilâtı kurdu. II. Abdülhamid bu yüzden ülke yönetiminde sert bir politika takip etti. İç politikadaki sertliği dış olayların seyrine göre azalıp çoğaldı. Dış politikada karşılaştığı güçlükler, bilhassa yabancı devletlerin içeride birtakım olaylar çıkartmaları, padişahı sıkı bir rejim uygulamaya sevk etti. Çünkü iç politikadaki çalkantıları kontrol etmeden, dağılmakta olan bir imparatorluktaki çeşitli menfaat gruplarını ve siyasî faaliyetlerini zapturapt altına almadan devleti yönetmek mümkün değildi. Bunun sonucu olarak da Avrupa’da yapılan bölücü yayın faaliyetlerine karşı sıkı bir sansür uyguladı. Devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid, bazı tavizler pahasına da olsa, ağır bir yük oluşturan savaşlardan kaçınma yoluna gitti. Saltanatı süresince daima idareli davrandı. Abdülaziz gibi devlet hazinesine el atmadı. Aksine kendi kesesinden bile bazı fedakârlıklarda bulundu. Sarayın masraflarını âzami derecede kıstı. Câriyelerle dolu saray hayatından uzak sade bir hayat yaşadı. II. Abdülhamid’in önemli özelliklerinden biri de Türklük şuuruna sahip olması idi ve İslâm cemaatleri içinde en güvendiği unsur da Türklerdi. Bu yüzden dış Türklerle yakından ilgilendi.
Mizancı Murad da Mîzan gazetesi ile İttihatçılar’a karşı şiddetli hücuma başlayınca İstanbul’da büyük bir ayaklanma patlak verdi. Eski takvime göre 31 Mart’ta meydana gelen ve Otuzbir Mart Vak‘ası olarak tarihe geçen bu olay, 13 Nisan 1909’da Taşkışla’daki Avcı taburları efradının, subaylarını hapsettikten sonra Sultanahmet Meydanı’nda toplanmalarıyla başladı. Selânik’ten gelen Hareket Ordusu’nun 23-24 Nisan 1909 gecesi İstanbul’a girmesinden sonra bastırıldı. 22 Nisan 1909 Perşembe günü âyan reisi eski sadrazam Said Paşa’nın başkanlığında Meclis-i Umûmî-i Millî adıyla gizli bir toplantı yapıldı. Hareket Ordusu lehinde bir beyanname neşredildi. Abdülhamid’in hal‘ine ilk önce bu toplantıda karar verilmişse de karar gizli tutuldu. Hal‘ fetvasının ilk müsveddesini sarıklı mebuslardan Elmalılı Hamdi Efendi [Yazır] yazdı. Şeyhülislâm Ziyâeddin Efendi tarafından imzalanarak hukukileşen fetva mecliste okununca, mebusların bir kısmı derhal hal‘ine karar verilmesi yönünde bağırmaya başladılar. II. Abdülhamid’in hilâfet ve saltanattan hal‘i kararını oya sunuldu. Oylamaya itiraz eden bazı mebuslar da baskı yapılarak susturuldu. Eşyasını dahi alamadan birkaç bavulla gece yarısı Yıldız Sarayı’ndan çıkarılan Abdülhamid, aile ve maiyet efradından oluşan otuz sekiz kişi ile Sirkeci’den özel bir trenle Selânik’e götürüldü. Alâtini Köşkü’ne yerleştirilen Abdülhamid, orada vaktini marangozluk ve demircilikle geçirdi. Balkan savaşları başlayıp düşmanın Selânik’e yaklaşması üzerine Abdülhamid’in İstanbul’a nakledilmesine karar verildi. Selânik’ten ayrılmak istemeyen Abdülhamid’e tehlikeden bahsedilince, “Ben de bir silâh alır, askerle birlikte memleketimi müdafaa ederim; ölürsem şehid olurum” cevabını verdi ve devleti bu duruma düşürenlere beddua etti. İstanbul’a gündüz çıkmak şartıyla Selânik’ten ayrılmayı kabul eden Abdülhamid, 1 Kasım 1912’de getirilerek Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirildi. Hayatının son yıllarını burada geçirdi. Saltanatı döneminde aleyhinde bulunan pek çok aydın onun lehinde yazılar yazmaya başladı. 10 Şubat 1918 Pazar günü hayata gözlerini yuman Abdülhamid’in cenazesi Topkapı Sarayı’na nakledilerek teçhiz ve tekfini orada yapıldı. Sultan Reşad’ın iradesiyle, ölümünün ertesi günü padişahlara mahsus muazzam bir törenle Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi.
Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi