TÜRKÇE SEVDASI, TÜRKİYE SEVDASI - MEHMET TEKELİOĞLU
05/01/2017 Annem bir taraftan İstanbul’da yılbaşı gecesi hunharca katledilenler hakkındaki haberlere bakıyor bir taraftan da bana sesleniyor, “oğlum Tayyip Beyle Binali Beyin beti benzi sararmış, yazık” diyordu. Sadece “kolay değil anne, çok üzgünler, kalkarlar altından” diyebildim. “Nasıl oldu da bu iklime geldik?” sorusu şimdi herkesi derin derin düşündürüyor olmalı. Fakat asıl önemli soru “bu iklimden nasıl kurtuluruz?” olsa gerek.
Türkiye’de hayatın akışını önceden kestirmek ne kadar zor… Ben bu haftanın yazısında Ekrem Erdem’in “Bizimki Türkçe Sevdası” adlı kitabını ele almayı kurmuştum. İstanbul’daki müessif hadise beni de şaşırttı. Fakat sözün bittiği yerdeyiz artık. Bu konuda yazacağım her şey zorlama olacak gibi geliyor içimden. Yine de yukardaki iki soru çıkmıyor aklımdan: Bu iklime nasıl geldik, nasıl kurtuluruz?
Ekrem Erdem çoğumuzun zihninde F-klavye mücadelesiyle yer etmiştir. Bu mücadelenin temelinde onun Türkçe sevdası yatıyor. İlk çıktığında bir hayli karıştırıp okunacaklar listesine aldığım bu değerli çalışmayı bugünlerde ele alışımın sebebi bir zamandır bu sütunu kitap yazılarıyla süsleme gayretinden başka bir şey değil.
Ekrem Erdem, çalışkanlığı, kendini tek bir sahaya hapsetmeyişi, ikna kabiliyeti ve azmi ile gıpta edilecek insanlardan biri. Çok uzun süreden beri var siyasette, ama aynı zamanda kültür dünyasında da çok aktif. Dil ve Edebiyat Derneği ve Dernek bünyesinde çıkan Dil ve Edebiyat Dergisi onun gurur kaynağı olsa gerek. Türkiye’de dergi yayıncılığı zordur. Varlık Dergisinin çok uzun zamandır nasıl diri kaldığını hep merak etmişimdir. Ekrem Bey bu zor işin üstesinden nasıl gelineceğini de gösteriyor.
Dil ve Edebiyat Dergisi 100’üncü sayıya doğru yol alıyor. Okuyanlar muhtevasının ne kadar çeşitli olduğunu bilirler. Bilhassa gençleri şiir yazmaya teşvik edişi zikredilmeye değer. Yeri gelmişken ben de Zafer Acar’ın şiirlerini özlediğimi araya sıkıştırıvereyim.
“Bizimki Türkçe Sevdası”, kitaba boş yere ad olmuş değil. Bunu Ekrem Erdem’in yazdığı uzun Giriş Bölümünden anlıyoruz. “Dil olmadan insan olmaz, aile olmaz, toplum olmaz, millet olmaz, kültür olmaz, uygarlık olmaz”, s. 7, dedikten sonra Türkçe’nin başına gelenleri anlatmaya başlangıç mahiyetinde şu hükmü veriyor: “Duygu ve düşünenin tam olarak anlatılabilmesi, dilin mükemmelliğine ve zenginliğine bağlıdır. Dil yetersiz olursa, yaratıcılık körelir ve söner. Üstün fikirler ancak dildeki geniş anlatım imkânları ile açığa vurulabilir.”, s.8.
Bizde fikir hayatındaki kısırlığı görünce sebebi son 80-90 yıldır Türkçenin başına gelenlerde aramak kaçınılmaz oluyor. Üstelik mesele sadece dille sınırlı da değil. Bütün bir medeniyet çerçevesinin alt üst oluşu sadece dil üzerinde değil bütün bir kültür hayatımızda müthiş bir tahribatla neticelendi. Ekrem Bey kitabının her sayfasında inceden inceye bize bunu hatırlatmaktan geri kalmıyor.
Giriş Bölümünün çoğunu buraya almak isterdim. Buna imkân yok. Ekrem Bey zarif bir insan… Açıkça söylemese de İslam Harflerinden Latin harflerine geçişin Türkçe’nin başına neler getirdiğinin farkında. Serzenişi bu yüzden bile diyebiliriz. Yine de şu satırları buraya aktarmaktan kendimi alamıyorum. “Yeni yetişen nesillerin kendi dillerinin sanat eserlerini, romanlarını, hikâyelerini, şiirlerini anlayamadan yetişmeleri; tarihlerinden, kültürlerinden ve dolayısıyla medeniyetlerinden habersiz olmalarına ve bu değerlerden kopmalarına, hatta düşman olmalarına neden olmaktadır.”, s.14.
Ben dillerin nasıl meydana geldiğini ve hangi safhalardan geçtiğini çok merak etmişimdir. Bununla ilgili epey kitap da karıştırdım, fakat bu işin esasını anlayamadım. Allah’ın hikmetlerinden deyip geçelim şimdilik. Ekrem Bey, dünyadaki diller hakkında da derli toplu bilgiler sunuyor bize. Dillerin oluşumu yok kitapta ama gelişmelerine dair önemli bilgiler var. Yerleşik bir toplumla göçebe bir toplumun dillerindeki karşılıklı tesirlerin ele alındığı bölümler ilgiyle okunuyor. Ekrem Bey pek çok kaynağa da müracaat ediyor. Yeni bir dinin benimsenmesinin ve başka unsurların Türkçe üzerindeki etkilerini derli toplu bir biçimde kitabın 28’inci sayfasından itibaren okuyabilirsiniz.
Türkçede mücerret kavramların bulunmayışı ve Arapça ile Farsçanın bu açığı kapatması biraz Türklerin cengâver ruhuyla izah edilir. At sırtında koşturmak ve yeni bir vatan arayışı için göçlere mecbur olmak bunun en önemli sebebi olarak gösterilir. Önemli olan Türkçenin bu kelimeleri kendi bünyesi içerisinde eritmesi ve benimsemesidir. Bu kavramları dilden atmaya kalkışan son yüzyılın bazı yarı aydınları Türkçeye kast etmişlerdir.
Türkçenin hususiyetlerinin anlatıldığı bölüm gerçekten ilgiyle okunuyor. Türkçenin gramer yapısı ve ne gibi kuralları olduğu herkesin bilmesi gereken hususlar.
Türkiye Türkçesinin gelişimi, Osmanlı Türkçesi, dilde sadeleşme hareketleri, tasfiyecilik anlayışı, “Dil İnkılabı” ve Güneş Dil Teorisi ikinci bölümün konularını oluşturuyor. Burada “Hangi Kelime Millîdir, Hangisi Değildir? Ölçü Ne Olmalıdır?”, s.82, ve “Hangi Kelime Uydurma, Hangi Kelime Türetmedir?”, s.86, gibi ilginç konular ele alınıyor.
Bu Bölümde Ekrem Beyin dilde tasfiyecilere dair Tarık Buğra’yı da zikrederek yaptığı şu çarpıcı tespiti atlamayalım diyorum: “Asıl maksat kültür ve medeniyet mirasımızı dinamitleyerek halkımızı köksüz bırakmaktır. Kelimelerin öldürülüşü demek, o kelimeyi kullanmış olan nesillerin öldürülüşü demektir. Kültür ile dil arasında sıkı bir münasebet vardır.”, s.101.
Üçüncü Bölüm, “Türkçenin Bugünü ve Meseleleri” başlığını taşıyor. Küreselleşme, yabancı kelime kullanma alışkanlığı, imla yanlışlıkları ve söyleyiş bozuklukları gibi hususlar pek çok örnekle ele alınmış. Şahsen ben bildiğimi sandığım pek çok incelikle burada yüz yüze geldim.
Ekrem Erdem, Türkçe Sevdalısı, bunu biliyoruz. O, sevdasının bir nişanesi olarak TBMM’de “Türkçedeki Bozulma ve Yabancılaşmanın Araştırılması, Türkçenin Korunması ve Etkin Kullanımı İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi” amacıyla bir Araştırma komisyonu kurulmasına öncülük etmiş ve bu Komisyonun Başkanlığını yapmıştı. Pek çok uzmanın dinlendiği bu Komisyon Raporunda Ekrem Beyin emeği çoktur. Kitabın Dördüncü Bölümü bu rapordan istifade edilerek hazırlanmış.
Beşinci Bölüm ise “Çözüm Önerileri” başlığı altında Türkçenin gelişmesi için neler yapılabileceğini önümüze koyuyor. Elbette Ekrem Bey de zorlama ile varılabilecek bir yer olmadığını biliyor bu konuda ama yine de göz önünde bulundurulması gereken noktaları sıralıyor.
Türkçe ile ilgili meseleleri kültür meselelerinden soyutlayarak ele almak mümkün değil. Dolayısıyla meselemiz sadece dil değil. Hukuk, eğitim, kılık kıyafet, yönetim anlayışı, sosyal hayatı düzenleyen her türlü unsur bu işin içinde. Daha kısa yoldan söylersek biz millet olarak bir medeniyet manzumesini terk zorunda bırakılmış olmanın sıkıntılarını yaşıyoruz. Harf değişikliğinin Türkçeyi etkilemediğini söylemek mümkün mü? Ben Ekrem Beyin kitapta niçin bu konuya açıkça değinmediğini anlamış değilim. Anlamadığım bir konu daha var: Sunuş yazısının başında da kitabın daha pek çok yerinde de Mustafa Kemal Atatürk’ten alıntılar var. Pek çok yerde Mustafa Kemal’in Türkçe Sevdasına dair dokunuşlar var. Onun Türkçe Sevdası ile Ekrem Beyin Türkçe Sevdası aynı mıdır? Oysa Mustafa Kemal, geçmişle bağımız kopsun ve yeni bir ulus ortaya çıksın diye ömrü boyunca çalışmış bir şahsiyettir. Bunu doğru ya da yanlış bulmak ayrı bir konudur. Ama kaybettiğimiz Osmanlıca kelimelerle birlikte dünyaya bakışımızı da ifade eden kavramların da kaybolduğunu hatırlamak zorundayız. Mustafa Kemal’in icraatları, mesela Güneş Dil Teorisi felaketi ortadayken Ekrem Beyin yukarıya da alıntıladığım kültür-dil münasebetini özetleyen görüşlerini ne yapacağız. Kaldı ki Mustafa Kemal dil konusunda bir otorite değildir ve ona referansla Türkçe Sevdasını anlatmak biraz problemlidir.
Bir noktaya daha işaret etmem gerekiyor. Ekrem Bey pek çok kaynağa müracaat etmiş. Yalnız bunlardan yaptığı alıntılar değişik karakterle ya da tırnak içinde verilmediğinden bir paragrafın tamamı mı yoksa bir kısmı mı alıntı, belli olmuyor. Bir husus daha: ‘Bizimki Türkçe Sevdası’nda Türkçe konusunda hem de bir “Büyük Türkçe Sözlük” hazırlayacak kadar mütehassıs bildiğimiz D. Mehmet Doğan’ın görüşleri niçin yok, anlayamadım.
Türkçede bir şeyi yapmaya muktedir olmayı ifade eden her kelimenin sonuna -bilmek ekini getiririz. “Anlayabilmek, yönetebilmek, yazabilmek” gibi... Güzelim Türkçe, kudret sahibi olacaksan önce bileceksin diyor. Bilmek için okumak gerekiyor. Ekrem Erdem’in kitabıyla ben “bilmek” ve “düşünmek” yolunda bir hayli yol aldım.
Ha Türkçe Sevdası, ha Türkiye Sevdası…
Kaynak: https://www.akevler.org/AkevlerMakaleler/7140/SonYor/10087/Resat-Nuri-Erol/ProfMTekelioglu-Turkce-sevdasi-Turkiye-sevdasi