TÜRKÇE ŞÛRASI’NIN ARDINDAN – PR...

TÜRKÇE ŞÛRASI’NIN ARDINDAN – PROF. DR. RIDVAN CANIM

16/12/2021

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da dilimiz Türkçe adına önemli bir “şûrâ” gerçekleştirildi. Tam adı “Yunus Emre ve Türkçe Yılı Münasebetiyle Türkçe Şûrâsı” adını taşıyan ve Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Türkiye Yazarlar Birliği, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği ile Yunus Emre Enstitüsü’nün himayelerinde gerçekleşen bu toplantı, 50’nin üzerinde konuya dair söyleyecek sözü olan bilim insanının sunduğu bildiriler ve sunumlarla icra edildi.

Yaşamakta olduğumuz zaman diliminin adının “bilgi çağı” olduğunu artık kimse tartışmıyor.  Öyle olunca da, çağımızın “başarılı” insanı, bilgiyi en iyi şekilde üretebilen ve kullanabilen insan olarak görülüyor. Hiç şüphe yok ki “bilgi” taşımada en etkili araç da “dil” oluyor. Herhalde bu dilin “anadili” olduğunu söylemeye gerek yok. Bu nedenle Türkçe Şûrâsı’nda dil meselesine çok çeşitli zaviyelerden yaklaşımların olduğunu gördük.

Şûrâ’ya ev sahipliği yapan kurum ve kuruluş temsilcilerinin, açılış konuşmalarından kapanış oturumuna kadar bütün konuşmacıları dikkatle ve adeta gözlerini kırpmadan takip etmeleri bu işe ne kadar önem verdiklerini, ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyordu.

Dil Felsefesi-Felsefe Dili” ana başlığı altında konuşmaların yer aldığı Şûrâ’nın ilk oturumunda Doç. Dr. Enes Kala; “Kültürü Bilgiyle, Bilgiyi Dille İnşa Etmek” adlı bildirisinde; “bilginin yapıtaşının kendisini dilde bulduğunu, dil içerisinde karşılık bulacak olan kelime ve kavramların bilginin yapı taşı” olduğunu ifade ettiler. Necmeddin Evci; “Dilin Ontolojik Bağlamı ve Bağlantıları” başlıklı tebliğinde; “Dilin, insanın dünya ve toplumla ilişkisinde karşılıklı değişim ve kültürlenmenin uygun ve mecburi ortamını oluşturduğunu, insanın çevresini değiştirirken çevrenin de insanı değiştirdiğini, gelişip kemale ererek olgunlaşmanın hem varlığın hem de yaradılışın kanunu olduğunu, bir varlığın olgunlaşarak gelişmesinin onun kendiliğinden olduğunu veya İlâhî iradenin müdahil olmadığı anlamına gelmeyeceğini, konuşma sürecinin yani dilin tam ne zaman, nasıl başladığını da kimsenin bilmediğini, esasen bunun belki de çok önemli olmadığını, önemli olanın şu sırada hem düşünüyor, hem konuşuyor, hem de üretiyor olmamız” olduğunu vurguladı. “Felsefe Dili Olarak Türkçe: Tarihsel Bir Sorunlaştırma” adlı bildirisinde Prof. Dr. Ali Utku, öncelikle “felsefe terimleri meselesinin, Türk kültürünün Doğu-İslâm medeniyetinden Batı medeniyetine yönelişine bağlı olarak, temellerini II. Meşrutiyet yıllarında bulan, modernleşmeci ideolojik projeler bağlamında üç temel merkezde değerlendirilmesi gerektiğini ifade ettiler. Bunlar; 1. Eski terimlerin muhafaza edilmesi ve ihtiyaç duyulan yeni terimlerin Arapça köklerden türetilmesi gerektiğini savunan “Muhafazakârlar”; 2. Terimlerin tam olarak Türkçeleştirilmesi gerektiğini savunan “Tasfiyeciler”; 3. Yunanca ve Latince terimlerin kullanılması gerektiğini savunan “Evrenselciler”dir. Söz konusu değişim süreçlerinin doğal sonucu olarak bu üç merkeze bir diğer merkezin (bir yandan Türkçe terimlerin üretilmesi, bir yandan da dilimize yerleşmiş Doğu ve Batı kökenli terimlerin muhafaza edilmesi gerektiğini savunan “Eklektikler”) sürekli eşlik ettiğini ifade ettiler. Oturumun son bildirisi Prof. Dr. Recep Alpyağıl’ın; “1942’de Neler Oldu? yahut “Felsefe ve Gramer Terimleri” Adlı Eserin Gramatolojisi” başlığını taşıyordu. I. Oturum bildiriler üzerinde yapılan  müzakerelerle sona erdi.

Şûrâ’nın 2. Oturumu’nun konusu; “Konuşma Dili” üst başlığını taşıyordu. Oturumun ilk konuşmacısı Prof. Dr. Şerif Ali Bozkaplan; ”Konuşma Dili-Yazı Dili Bağlamında Türkçe” başlıklı bildirisinde; iletişimin olmazsa olmazı olan dilin, her dilde olduğu gibi Türkçede de konuşma dili ve yazı dili unsurlarıyla söz konusu olduğunu; konuşma temelinde kurallara kavuşan ve yazı denen sistem ile kimlik kazanan yazı dilinin, standart/edebî dil olduğunu, yazı dilinin vasıflarıyla ölçülen zenginliğin temelinde dilin sözlü ürünlerinin niteliği ve kapsamının önem taşıdığını ifade ettiler. 2.Oturum da müzakerelerle tamamlandı.

Şûrâ’nın 3.Oturumunun konusu; “Dil ve Devlet, Devlet Dili, Resmî Dil” üst başlığı olarak belirlenmişti. 4 bildirinin sunulduğu bu oturumda önce “Devlet Dili Olarak Türkçe” adlı tebliğiyle Prof. Dr. Oğuzhan Durmuş’u; ardından “İdeolojinin Dili ve Dilin İdeolojisi” başlıklı bildirisiyle Dr. Hayrettin Orhanoğlu’nu; “Resmî İkâmeli Türkçe ve TDK Meselesi” adlı konuşması ile Yakup Şimşek ve son olarak da “Cumhuriyet Dönemi Türkçesinin Sadeleştirilmesi ve Söz Varlığımıza Etkileri” başlıklı bildirisi ile Dr. Ali Özgün Öztürk söz aldılar. 3.Oturum, konular üzerinde gerçekleştirilen müzakerelerle kapandı.

Edebiyat Dili” üst başlıklı 4.Oturumda ilk konuşmacı “Günümüzde Edebiyat Dili Olarak Türkçe ve Meselelerine Genel Bir Bakış” adlı bildirisiyle Prof. Dr. Atabey Kılıç oldu. Edebiyat dili olarak Türkçenin günümüzde maruz kaldığı sorunlar ve geldiği son nokta açısından değerlendirmelerin yapıldığı bu bildirinin ardından; bu alanda ciddî çalışmaları ve eserleri bulunan Prof. Dr. Turan Karataş; “Edebiyat Terimleri Meselesi” başlıklı tebliğini sundu. Doç. Dr. Maksut Yiğitbaş’ın genel olarak kültürümüzde “Edebiyat Dili” nin oluşumunu ve gelişimini esas alan tebliğinin ardından; Ali Ural’ın sunumunda, edebiyatımızın usta kalemlerinden Refik Halit Karay’ın eserlerinde kullandığı dili “Refik Halit Karay ve Türkçenin Lezzeti” başlıklı bildirisinde aynı lezzetiyle yaşadık. 4.Oturum müzakerelerle sona erdi.

Şûrâ’nın 5.Oturumu’nda söz gençlerindi. Gençlerin Cumhuriyet dönemi yazarlarının eserlerini anlamakta karşılaştıkları güçlükler; “Anadolu Mektebi” üst başlığı altında yine gençlerin dilinden ortaya konuldu. Oturumda Ali Anıl Şener, “Mütefekkir Yazarı Neden Anlayamıyoruz?”; Arzu Nur Gün Koç; “Bir Bahar Seli: Ahmed Hamdi ve Edebiyat Dili”; Sidre Nur Duran; “Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’un Dili Üzerine” ve Emine Müberra Baydar; “Şair-Derviş Kardeşliği” başlıklı bildirilerini sundular.

Türk Dünyasında Ortak Türkçe” üst başlığını taşıyan 6.Oturum’da Prof. Dr. İskender Pala’nın gönül coğrafyamızda yaşayan soydaşlarımızla ortak bir dilin oluşturulma zamanının geldiğine dikkat çektiği; “Türk Dünyasında Ortak Türkçe” konulu bildirisinin ardından; Dr. Ayhan Pala; “Dilde Birlik ve Dil İnkılâbı” başlıklı bildirilerini sundular. Dr. Ayhan Pala, Türk dilinin tüm Türk dünyasında konuşulan ortak bir dil olma ideallerinden ve çabalarından hareketle, Türk ülkeleri neşriyatından örnekler vererek “Dil İnkılâbı” ile ortak kelime haznemizin nasıl ortadan kalktığı konusunu gündeme taşıdı.

Şûrâ’nın 7. Oturumu, “Dilbilgisi” ana başlığı adını taşıyordu. Oturumda ilk olarak Prof. Dr. H. İbrahim Delice; “Türkçe’nin Dilbilgisi Meseleleri” konulu tebliğinde; eğitim kurumlarında Türkçe dersinin,  esasen “Dilbilgisi” demek olduğunu, Dilbilgisi konularının Türkçe dersinden çıkarıldığı zaman astroloji ve büyücülük gibi asla temeli olmayan bir uğraş hâline getirilmiş olacağını; böyle bir dersin de hiçbir amaca hizmet etmeyeceğini söyledi. Sağlam dilbilgisi kurallarına dayalı bir Türkçe eğitiminin arzulanan dil kullanımının da temeli olacağını ileri sürdü. Oturumun diğer konuşmacıları Doç. Dr. Şahap Bulak; “Türkçe’nin Sadeleştirilmesinde Hatalı Kelime Yapımı”; Prof. Dr. Namık Açıkgöz; “Türkçede Kavram ve Kelime Üretme Konusunun Zihniyet Temeli” ve Dr. İbrahim Demirci de; “İmla-Yazım Meseleleri” başlıklı konuşmalarını gerçekleştirdiler. 7.Oturum da müzakerelerle sona erdi.

Ağırlıklı olarak “Eğitim-Öğretim Dili”nin konuşulduğu Şûrâ’nın 8.Oturumunda, Prof. Dr. İsmail Aydoğan; “Müfredatın Dili” başlıklı konuşmasında özellikle ders kitaplarının hazırlanması ve ders kitaplarının dili meselesi üzerinde durarak ders kitaplarının müfredatlar bağlamında millilikten uzak olduğuna dikkat çekerek, Türk eğitim okullarında okutulacak derslerin içeriğinin, sunum dilinin, görsellerinin Türk ve İslam kültürünü temel alan, bu tasavvura uygun bir hal içinde olması gerektiğini belirtti. Prof. Dr. Rıdvan Canım, “İlkokuldan Üniversiteye Kadar Eğitim-Öğretim Dili Olarak Türkçenin Öğretilmesi Meselesi” başlıklı bildirisinde; edebiyat dili olarak kendini ispatlamış bir dil olmasına karşılık, Türkçenin bilim dili olarak yeterli olup olmadığı meselesinin Türkiye’de hâlâ tartışılıyor olmasının bir talihsizlik olduğunu; bilhassa anadili eğitim ve öğretimi meselesi, yabancı dil eğitimi ile yabancı dille eğitim meselesinin birbirine karıştırılmaması gerektiği hususuna dikkat çekti. Canım, ayrıca konuşmasında dili yozlaştıran “argo” meselesi, cadde ve sokaklardaki tabelalarda karşımıza çıkan dil; ilk, orta ve liselerde dil ile ilgili yaşanan sıkıntılar, okuma alışkanlığının kazandırılması  meselesi, 4 temel beceri olarak bilinen okuma, yazma, dinleme ve konuşma eğitiminde karşılaşılan zorluklar, başarısızlar ve nedenleri üzerinde durdu. Doç. Dr. Ali Faruk Yaylacı; “Eğitimin Dili: Türkçe mi Küreselce mi?” isimli tebliğinde; Okulu bir işletme, öğretmeni işgücü, öğrenciyi ve veliyi müşteri olarak tanımlayan bir dilin esasen Türkçe olmaktan çok küreselce bir dil olduğunu; bu dilin, özgün anlamıyla Türkçenin yansıttığı değerlere kıyasla Türkçe olmaktan oldukça uzak olduğunu ifade ederek; bu dil eğitimin kendisini teknolojik bir öğretim uygulaması olmakla, eğitimin gayesini de ekonomik  hedeflerle sınırlandırdığını söyledi. Memiş Okuyucu; “İlk ve Orta Öğretimde Kelime Haznesi” başlıklı bildirisinde; bir dilin geçmişinden taşıdığı maddi ve manevi mirasını içinde barındıran söz varlığı/kelime haznesi, tarihi değerleri ve kültürel kimliğinin, esasen medeniyet birikiminin gücünü belirlediğini, düşüncenin sınırlarını da yine söz varlığının tayin ettiğini, milletin anlama, anlatım ve idrak gücünün sınırlarının, söz varlığının  sınırları ile çizilmiş olduğunu ifade ederek; bir başka önemli hususun Türkçe programlarının  hazırlanışı sırasında sınıflara göre kullanılan “kelime” listeleri oluşturulması olduğunu; bu listelerin ders programı hazırlayanlara ve ders kitaplarını kullanacak olan öğretmenlere ulaştırılması gerektiğinin son derece faydalı olacağına dikkat çekti. Dr. Umut Başar, “Yurt İçinde ve Yurt Dışında Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Politikamız” hakkında hazırladığı bildirisinde, yurt içi ve yurt dışında birinden farklı amaç ve yöntemlerle yabancılara Türkçe öğretilmesinde öncelikle kalite ve koordinasyon sorunlarının görüldüğünü, yabancılara Türkçe öğretiminin ticarileşmesine karşılık, ne yazık ki bu sektörün denetimden büyük oranda uzak kaldığını dolayısıyla ortak hedeflere ulaşmayı önemli ölçüde zorlaştıran bir tablonun ortaya çıkışına dikkat çekti.  Oturum, müzakerelerle sona erdi.

Şûrâ’nın 9. Oturumunun  konu başlığı “Akademik Dil-Akademinin Dili-İlim Dili” idi. Prof. Dr. Durmuş Günay’ın “Akademinin Dili” başlıklı konuşmasının ardından, Prof. Dr. Ünal Çamdalı; “Türkçenin Fen Bilimleri Alanlarında Kullanımı” konusunu ele aldığı bildirisinde ülkemizdeki fen ve matematikle uğraşan bilim insanlarının dile olan yaklaşımlarının, teknik insanlardan farklılıklar gösterdiğini, özellikle matematik alanında çalışanların kullandığı dilin, fen alanında çalışanlardan oldukça farklı olduğunu söyleyerek bunun sebepleri üzerinde durdu. Prof. Dr. Vehbi Başer’in “Muhafazakâr Programın Kifayeti ve Türk Dili Akademisi Kurulması Hakkında Bazı Görüşler” adlı tebliğinin ardından Dr. Necmeddin Türinay; “Sanat Dili, Düşünce Dili ve Akademik Dil Arasındaki Farklar ve Görünmez Bazı İlişkiler” başlıklı bildirisini sundu.

10. Oturum “Din/İlahiyat Dili” başlığını taşıyordu. Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu; “Din Dilinin Mantıksal Yapısı Üzerine” başlıklı tebliğinde; kullanılmakta olan dini ifadeleri bir tasnife tabi tutarak, din dilinin anlatım yolları hakkında özet bilgiler vermiş, din dilinin mantıksal yapısı ve işleyişine değinerek din dilini kullananların düştükleri yanlışları ve bunlardan korunma yollarını bazı örneklerle ortaya koymuştur. Oturumun diğer konuşmacısı Dr. Necdet Subaşı “Akademide Din Dili” konusunu ele aldılar. Müzakerelerin ardından 10.Oturum sona erdi.

Türkçe Şûrâsı’nın 11. Oturumu, “Tıp Dili” üst başlığı altında gerçekleştirildi. Prof. Dr. Süheyla Ünal; “Türkçe Tıp Dili” adlı bildirisinde, Türkiye’de tıp dilinin de diğer alanlar gibi yabancı kelime işgalinden nasibini aldığını, dolayısıyla Türkçeye gönül veren tabipler olarak öncelikle kendilerinin konuşmalarında, derslerde, klinik uygulamalarında, yazılarında Türkçe kelime ve terimleri kullanmaları gerektiğini, tıp terimlerinin Türkçe karşılıklarının daha çok kullanılmasını sağlayarak, hekimlere sözlü ve yazılı iletişimlerinde Türkçe terimleri kullanma alışkanlığının kazandırılması gerektiğine dikkat çekti. Prof. Dr. İdris Nebi Uysal’ın bildiri konusu; “Tıp ve Konuşma Dilleri Bağlamında Koronavirüs Salgınının Dilimize Etkileri” adını taşıyordu.

Batı Kaynaklı Kelimeler ve Tercüme Dili” adını taşıyan 12. Oturumda, Prof.Dr. Hamza Zülfikar; “Batı Dillerinden Alınan Kelimelerin Türkçede Yarattığı Yabancılaşma.” başlıklı konuşmasında; yabancı kökenli kelimelerin Türkçeye giriş macerası, bilim adamının, sanatçının Türkçe kelime ve terimler karşısındaki tavrı, bilgisayar terimlerinde yaşanan durum, Batı dillerinden gelen kelime ve terimler karşısında Türk Dil Kurumu’nun duruşu gibi konularda yapılan çalışmalara değinerek örnekler vermiştir. Prof. Dr. Mustafa Acar; “Tercümenin Önemi ve Türkçe Literatürde Tercüme Kalitesinin Düşündürdükleri” adını taşıyan tebliğinde, tercümenin farklı dilleri konuşan, farklı dillerde yazan insanlar arasında iletişim kurmanın temel aracı olduğunu, doğru iletişimin, doğru anlama ve buna dayalı olarak doğru ve sağlam ilişkiler geliştirme, mantık yürütme, yargılama, değerlendirme, hüküm bina etmenin ancak doğru ve kaliteli tercüme sayesinde mümkün olacağını belirterek konuşmasında Türkçe literatürdeki tercüme kalitesine dikkat çekmiş ve kaliteli bir tercüme için neler yapılması gerektiği konusunda bir dizi önerilerde bulunmuştur. Prof. Dr. Fazıl Gökçek; “Tanzimat Döneminde Tercüme Tartışmaları: “Mealen” Tercüme mi “Harfiyen” Tercüme mi?” başlıklı bildirisinde; bu dönemde benimsenen tercüme faaliyetlerinin, özellikle büyük dil alimi Şemseddin Sami’nin önerileriyle benimsenen tercüme anlayışının Türkçeye büyük zararlar verdiği hususu üzerinde durdu.

Şûrâ’nın 13.Oturumunun konu başlığı; “Hukuk Dili-Kanunların Dili” idi. Murat Erol; “Bir Anlam ve Anlatma Meselesi Olarak Hukukun ve Kanunların Dili: Türkiye’deki Hukuk ve Kanun Dilinin Dönüşümü” adlı bildirisinde konuyu üç aşamada dikkatlere sundu. Buna göre birinci bölümde genel olarak “dil ve anlam” konusu teorik bir çerçevede ele alındıktan sonra, ikinci bölümde hukukçunun zihin dünyası, dil ve anlam, hukukî dil ve hukukî anlamlandırma, üçüncü bölümde de ortaya konulan her iki teorik çerçevede hukuk ve kanun dilindeki değişim örnekleri, dil ve anlam olarak ele alınarak bunların hukukî anlamdaki etki ve katkıları  tartışmaya sunuldu. Hukuk dilinin yoruma yol açmayacak şekilde açık ve net olmasının son derece önemli olduğuna dikkat çekildi. Prof. Dr. Ramazan Çağlayan da; “Geçmişten Günümüze Hukuk Dilimiz Üzerine” başlıklı konuşmasında; meseleyi; “Genel Olarak Dil ve Etkileşim”, “Hukuk Dili”, “Tanzimat Sonrası Dil Tartışmaları”, “Batılılaşma Hareketinin Hukuk Diline Etkileri”, “Cumhuriyet Döneminde Dil ve Hukuk Dili” başlıkları altında dikkatlere sundu.

Türkçe Şûrâsı’nın sonuncu ve 14. Oturumu; “Haberleşme-Medya Dili” başlığını taşıyordu ve oturumun tek konuşmacısı Elif Sönmezışık idi. Sönmezışık; “TRT-RTÜK-TDK Çerçevesinde Denetleyenin Denetlenme İhtiyacı” adlı bildirisinde; adı geçen her üç kurumun da esasen topluma “dil şuuru” kazandırma ve dilin yozlaşmadan gelişerek devamlılığını sağlama amacıyla muhtelif zamanlarda yayınlar ve etkinlikler icra ettiğini, araştırmalar yaparak çalıştaylar düzenlediğini, ne var ki yapılan  incelemeler sonucunda, TRT’nin “Tarihçe”, RTÜK’ün “Hakkımızda” ve TDK’nın amaçlarını da içeren “Tarihçe” adlı metinlerinde, medya kuruluşlarımızda doğru Türkçe kullanılmasına ilişkin herhangi bir vurguya, çağrıya ve ilkeye rastlanmadığını belirttiler.

İki gün boyunca Ankaralıların büyük ilgisine mazhar olan “Yunus Emre ve Türkçe Yılı Münasebetiyle Türkçe Şûrâsı”, 14 oturum halinde birbirinden kıymetli bilim adamlarının, konunun uzmanlarının alanlarıyla ilgili sundukları o nispette değerli bildirilerin okunması, yapılan konuşma ve tartışmaların, müzakerelerin ardından tamamlandı. Başta Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve YÖK olmak üzere, konuyla ilgisi olduğu düşünülen tüm kurum ve kuruluşların dikkatlerine sunulmak üzere bir “Sonuç Bildirgesi”nin hazırlanarak bir rapor halinde adı geçen kurum ve kuruluşların yanı sıra “Türkçemiz” konusuna olan hassasiyeti herkes tarafından bilinen Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsında “Cumhurbaşkanlığı” makamına kadar ulaştırılacağı haberi elbette Türkçeye gönül verenler olarak hepimizi sevindirdi.

Şûrâ’yı düzenleyen kurum ve kuruluşlara “Türkçemiz” adına bir kez daha gönülden  teşekkürlerimizi sunuyor, Şûrâ’nın devletimize ve milletimize hayırlar getirmesini diliyorum.

Saygılarımla.

 

Kaynak: https://www.maarifinsesi.com/turkce-surasinin-ardindan/ ve https://www.maarifinsesi.com/turkce-surasi2/

Galeri