NİYAZİ-İ MISRÎ

NİYAZİ-İ MISRÎ

16/03/2024

“Mücahede bir ağaçtır, maarif onun meyvasıdır.”

Mutasavvıf şair Niyazî-i Mısrî’yi vefatının sene-i devriyesinde rahmet ve hürmetle anıyoruz.

 

NİYAZÎ- MISRÎ (1618-1694)

12 Rebîülevvel 1027’de (9 Mart 1618) Malatya’nın Aspozi kasabasında doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Şiirlerinde, ilim tahsili için bir süre Mısır’da kaldığından “Mısrî” mahlasıyla “Niyâzî” mahlasını kullanmış, bu ikisinin birleşiminden meydana gelen Niyâzî-i Mısrî, Mısrî Niyâzî ve Şeyh Mısrî diye tanınmıştır. Gençlik yıllarındaki tahsili sırasında bir Halvetî şeyhine intisap etti. Şeyhinin Malatya’dan ayrılmasının ardından zâhir ilimleri alanındaki öğrenimini sürdürmek üzere Diyarbekir’e gitti (1048/1638), bir yıl orada kaldı. Sonra Mardin’e geçti. Bu iki şehirdeki âlimlerden mantık ve kelâm okudu. 1050’de (1640) Kahire’ye gidip Ezher medreselerinde ilim tahsiline başladı. Bu sırada oturmakta olduğu Şeyhûniyye Külliyesi’ndeki Kādirî Tekkesi’nin şeyhine intisap etti. Abdülkādir-i Geylânî rüyasında zuhur ederek zâhir ilmini öğrenip onunla amel etmesini, tarikat ilmini ise bir mürşide ulaşarak elde edebileceğini, ancak kendisini irşad edecek kişinin bu şehirde olmadığını söylemesi üzerine Kahire’den şeyhinin izniyle ayrıldı (1053/1643). Mısır, Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerini dolaşıp 1056’da (1646) İstanbul’a gitti. Sokullu Mehmed Paşa Camii Medresesi’nin bir hücresinde halvete girdi, daha sonra bir süre Kasımpaşa’da Uşşâkī Âsitanesi’nde misafir kaldı. Aynı yıl İstanbul’dan ayrılıp Anadolu şehirlerini dolaşmaya başladı. Uşak’tayken Elmalı’dan Uşak’a gelen Ümmî Sinan’a intisap etti (1057/1647) ve onunla dergâhının bulunduğu Elmalı’ya gitti. Dokuz yıl burada şeyhine hizmet edip seyrüsülûkünü tamamladı (1656), halife tayin edildi. Uşak, Çal ve Kütahya’da irşad faaliyetinde bulundu. 1072 (1661) yılı başlarında bölgeden ayrılarak Bursa’ya yerleşti. Bu yıllarda Hacı Mustafa adlı müridinin kız kardeşiyle evlendi. Fâtıma ve Çelebi Ali adlı iki çocuğu dünyaya geldi. Mensuplarının giderek artıp zikir yaptıkları caminin yetersiz kalması üzerine Abdal Çelebi adlı bir hayır sever tarafından Ulucami civarında bir dergâh inşa edildi (1080/1669). Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın davetiyle IV. Mehmed’in ikamet ettiği Edirne’ye gitti, dönüşte İstanbul’a uğradı, 1083’te (1672-73) bir defa daha Edirne’ye davet edildi. Bu ziyaretinde Eskicami’de vaaz ettiği sırada söylediklerinden dolayı, daha sonra kendisine intisap edip halifesi olan Sadr-ı Âlî çavuşlarından Azbî Baba nezâretinde Rodos’a sürgün edildi ve adanın kalesinde bir hücreye kapatıldı. Dokuz ay sonra Bursa’ya dönmesine izin verildi. Sürgünün asıl sebebi devlet adamlarına yönelttiği eleştiriler olmalıdır. Bir buçuk yıl sonra Defterdar Sarı Mehmed Paşa’ya göre (Zübde-i Vekayiât, s. 82) cezbe galebesiyle şeriatın zâhirine aykırı bazı sözleri sebebiyle bu defa Limni adasına sürgün edildi (Safer 1088 / Nisan 1677). 

On beş yıla yakın sürgün hayatı yaşadıktan sonra II. Ahmed’in fermanıyla istediği yere gitmesine izin verilince tekrar Bursa’ya döndü (1103/1692). Ertesi yıl ordunun Avusturya seferine çıkacağı sırada 200 müridiyle birlikte sefere katılmak için hazırlıklara başladı. Kendisine Bursa’dan ayrılmayıp hayır dua ile meşgul olması için bir hatt-ı hümâyun gönderildi. Ancak o, padişaha bir mektup yazarak bu isteğini kabul edemeyeceğini bildirdi. Sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa, Niyâzî’nin Edirne’ye gelmesi halinde büyük bir fitne kopacağını ileri sürerek padişahı etkiledi. Bunun üzerine Kaymakam Vezir Osman Paşa ile yeniçeri ağası Abdullah Ağa, padişah tarafından davet edildiğini belirterek Limni’ye sürgün edildiğini Niyâzî’ye tebliğ ettiler. Otuz kadar müridiyle birlikte tekrar Limni’ye gönderilen Niyâzî-i Mısrî ertesi yıl burada vefat etti (20 Receb 1105 / 16 Mart 1694). Kabri üzerine yaptırılan türbesi Sultan Abdülmecid zamanında onarıldı.

 

ESERLERİ

Niyâzî-i Mısrî’nin büyük bir kısmı birkaç yapraklık risâlelerden oluşan otuzu aşkın eseri bulunmaktadır: Mevâʾidü’l-ʿirfân, ed-Devretü’l-ʿarşiyye fî aḥkâmi’l-ferşiyye (Devre-i ʿArşiyye), Tesbîʿ-i Ḳaṣîde-i Bürde, Tefsîru Fâtiḥati’l-Kitâb, Mecâlis, Divan, Tuhfetü’l-uşşâk, Mecmua, Risâle-i Es’ile ve Ecvibe-i Mutasavvıfâne (Risâle fi’t-tasavvuf), Risâle-i Devriyye, Ta‘bîrâtü’l-vâkıât, Şerh-i Esmâü’l-hüsnâ (Esmâ-i Halvetiyye), Şerh-i Nutk-ı Yûnus Emre

 

Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi

Galeri